– Başka tabirle söyliyelim: İlimleri iki ayrı kategoriye ayıracak yerde. İlimle felsefenin sınırlarını çizmek ve ilmî bilgeyi felsefî bilgiye dayandırmak daha doğru, olurdu. Aksi takdirde, analitik bir sonsuz ilmî önermeler serisi hiç bir temele dayanmayan bir tautologie’den ibaret kalacaktır; yahut böyle bir önermeler serisi zımnî olarak yine bir bilgi teorisine ulaşacaktır. İster pozitivizm, ister logisizm şeklinde olsun, her hangi bir ilim görüşünün acaba prensip olan felsefî bilgiye dayanmamasına imkân var mıdır? Aristo’nun tabiriyle herşeyin ilimlerle başladığını söylemek bile bir nevi felsefe yapmak değil midir? Nitekim yakın yıllarda pozitivizm’in bir takım felsefî sezgilerden hareket ederek meydana çıkmış olduğunu söyleyenler görülüyor.. (29).
Zamanımızda bu ihtiyacı en fazla duyan ve Descartes geleneğini canlandıran phénoménologie hareketidir. Bu çığırı açan E. Husserl, daha sonraki metafizikçi, sistemci phénoménologue’lardan farklı olarak, – herşeyden önce, metod kurucusu kalıyor: Ona göre felsefenin konusu bütün ilmî ve mantıkî tahlillerden önce gelen kasdlı şuur fiillerine ait phénoménologique tavsıfdır. İnsan bilgisi, bu doğrudan doğruya ve yaşanmış olayların tavsifinden vazgeçemez; mahiyet olmak üzere şuur olaylarının bu ilk tavsifi her türlü bilginin hareket noktasıdır (30).
Fakat aynı şuur olayları şu iki şekilde de kavranabilir: a) İnsanî şuur verileri üzerinde refleksiyonla ki, bu Vaktiyle Descartes’cılığın, Maine de Birane’ın yaptığı, şimdi Husserl’in yapmak istediği şeydir; b) Şuur verilerinin objektif ve. analitik tetkiki halinde. Birinci bakımdan insanî varlık felsefenin konusu olduğu halde, ikinci bakımdan o, insanî ilimlerin konusu olur.
Şuur verileri âlemde var olan verilerdir (31). Bu var oluş, bir taraftan eşyanın ve başka insanların idrâkler, temayüller karşısındaki dayanmaları yüzünden tekrarlara, aynileşmelere, kuvveleşmelere (virtualisation) sebep olur; normlar, gaye ve vasıta sistemleri, örf ve âdetler halini alır. Diğer taraftan da şimdiki (actuel) şuur evvelce yaşanmış ve tekrar, edilmemiş şuur halleri ile, gittikçe kaybolmakta olan eski izleri (vestige) ile birleşmiye, kendi kendini inşaya çalışır. Ve böylelikle kendi içine katlanır, benlikler halini alır (32).
Şuur fiillerinin tekrarlar suretiyle dışarda ve gelecekte, yaşanmış hallerini canlandırmak suretiyle içerde ve geçmişteki bu zamandaş teşekkülünden birincisi cemiyet’i, ikincisi ferd’i meydana getirmektedir. Fakat bütün kişilikler ancak kendilerini eşyada ifade ettikleri ve başkalarını aksettirdikleri nisbette gerçekleştikleri için iki âlem hiçbir zaman birbirinden ayrı olamaz.
Bu procès’in oluşu sırasında doğrudan doğruya veriler halinde kavranması, başka tabirle şuurun kendi üzerindeki refleksiyonu gerçek ve değer felsefesini vücuda getirir. Fakat bundan sonra aynı procès’i gerek kendimizde, gerek başkalarında objektif tabiat olayları halinde de tetkike pekâlâ girebiliriz. O zaman bütün ilimler gibi bu sahada da objektif olayları inceleyen istikra metodlarını, monografi ve statistik vetirelerini kullanırız: Böylece zamandaş, birbirini sınırlayan ve biri ötekini ircaa çalışan iki olgu serisinden birincisini tetkike kalktığımız zaman sosyoloji, ikincisini tetkik ettiğimiz zaman ise psikoloji yapmış oluruz. Fakat her iki ilim hakikatta şuurlaşma (consciensciation) proces’inin iki manzarasından, “birbirini aynı zamanda hem irca eden, hem tamamlayan aynı faaliyetin tecrid edilmiş iki cephesinden başka bir şey değildirler.
Bu olaylar serisinde beklenmedik yeni vakaların meydana çıkması halinde eskilerine bakarak yeni ihtimaliyet kadroları kurarız. Bu suretle ihtimaliyet burada bir yeni mantık halinde değil, fakat bir istikra kadrosu olarak işe karışır (33).
Şuurlaşma, başka tâbirle insani varlığın teşekkülü dediğimiz bu çift proces felsefî düşüncenin uyandığı ilk günlerden beri göze çarpmakta idi. Şuurlaşmanın nöbetleşe (mütenavib) çift faaliyeti “aynı zamanda kavranamadığı, ve birinin vazıh olarak incelenmesi ötekini âdeta karanlıkta bırakmıya, birinin meydana çıkarılması ötekini ihmal, hattâ inkâra sevkettiği için, asıl şuurlaşmanın objektif tetkiki maksadiyle yapılan bu davranışlar asırlardan beri tek cepheli olmaya mecbur, olmuşlardır. Bu tarzda araştırmalar, felsefî olmaktan ziyade pratik bir gaye takip ettikleri için, araştırıcı, şuuru tezadları ve tamamlayıcılıklariyle diyalektik bir tarzda kavramaya girişmemiş, başlıca tasası pratik olan bütün ilim adamları gibi, onları bir mantık sistemi içerisine koymayı daha elverişli bulmuştur. (34). Bu suretle vücuda gelen bir mantık sistemi, şuur fiillerini. ya tekrarlar, normlar ve âdetlerden ibaret olan cemiyet halinde görecek ve bu suretle sosyolojiye öncülük eden bir çok bahisler, ahlâk, iktisat, politik, v.s… araştırmaları meydana gelecektir. Yahut da mantık sistemi şuur fiillerini şahsîleşmeler, benliğin kurulması, iç âlemin doğuşundan ibaret olan ferdler halinde görecek, ve bu araştırmalar da, psikolojiyi hazırlamış olan tasavvuf, vicdan muhasebesi, hatırat, roman ve en sonra entrospektif psikolojiyi, ilâh., doğuracaktır (35).
Ayrı ayrı hiç biri kesin birer ilim olmıyan bu hazırlıklar pozitivizmin ifratları yüzünden müstakil ve tamamen ayrı iki insan ilminin mevzuu olmak iddiasına kalktılar: Bu suretle, sosyoloji bir taraftan kendi mantıki şeması içinde fertleşmelere yer bırakmıyarak psikolojiyi inkâra kadar gitti; psikoloji de öte yandan yine kendi mantıkî şemasiyle cemiyet bünyelerini kendi konusuna irca ederek “sosyolojiyi inkâr etti (36).
Bu iki cephenin yakın yıllara kadar barışmak bilmez bir savaş meydanı halini alması, prensiplerinde iyi hazırlanmış felsefî bir temele dayanmamalarından ileri geliyordu. Her iki ilim birinci plânda gelen pratik endişe yüzünden insanî gerçeği parçalıyorlar, mantıkî bölümlerden önce gelen tamamlayıcı ve zıd iki manzarayı, insanî gerçeğin orijinal ilk hüviyetini görmiyorlardı (37). Tam bir bilgi ve değer felsefesi bütün ilmî analizlerin köklerine kadar inmemizi temin ettiği nisbette, insanî varlığın birbirini karşılıklı sınırlayan bu çift faaliyetinin her cephesi hakkında – evvelce yapmış olduğumuz gibi- analitik ve ilmî tetkiklere girebiliriz.
Bununla beraber, artık bu iki cepheden her birine biricik hakikat. değil, hakikatin tamamlayıcı bir manzarası, ve tam tetkiki ancak diğeriyle birlikte mümkün olan bir bütünün parçası gibi bakabiliriz. Bu suretle de insani şuurlaşmanın bütün halinde (total) ilmî tetkiki, bu cephelerin zamandaş teşekkülünü inceleyen bir ilimle, yani psychosociale ilmi ile mümkün olacaktır (38).
Böyle bir ilim madde âlemindeki fiziko-şimi veya (şimi-fizik), nebatlar âlemindeki physio-morphologie veya tropizm ve hayvan alemindeki psycho-biolologie ilimlerine karşılık olarak insanî değerler âleminde vücude gelecektir. Pek eski tarihleri olmıyan bu ilimlerden birincisi Mme. Curie, ikincisi Loeb, üçüncüsü Ruyer, Uxkühl’den beri teşekküle başlamıştır. Nitekim psycho-sociale ilmi de zamanımızda Cooley, Murphy, Schanck, ilâh..den beri kurulmak yolundadır.