Archive for Mayıs 2009

POSTMODERNİZM YA DA GEÇ KAPİTALİZMİN KÜLTÜREL MANTIĞI – Fredric Jameson

Birkaç yıldır, geleceğe yönelik felaket ya da kurtuluş kehanetlerinin yerini çeşitli şeylerin sonunun geldiğine dair görüşlerin aldığı tersyüz olmuş bir mileneryanizm göze çarpmakta (ideoloji, sanat, ya da toplumsal sınıfın sonu; Leninizm, sosyal demokrasi veya refah devletinin ‘krizi’, v.b., v.b.): Bir arada ele alındığında, belki de bunların tümü, giderek daha sık kullanılan terimle, postmodernizmi oluşturuyor. Bu olgunun varlığına ilişkin savlar, genel olarak 1950’lerin sonlarında ya da 1960’lı ilk yıllarda başladığı kabul edilen radikal bir kopma veya coupure’un gerçekleştiği hipotezine dayanıyor. Sözcüğün kendisinden de anlaşılacağı gibi, bu kopma büyük çoğunlukla yüz yıllık modern hareketin söndüğü veya ortadan kalktığı (ya da ideolojik veya estetik olarak reddedildiği) görülerine bağlanmakta. Böylece, resimde soyut ekspresyonizm, felsefede varoluşçuluk, romanda son temsil biçimleri, büyük auteurlerin filmleri, veya (Wallace Stevens’ın eserleriyle kurumsallaşmış ve kutsal metin mertebesine yükselmiş olan) modernist şiir ekolü; bütün bunlar, bugün, bunları ortaya çıkararak kendisini tüketmiş, olan bir ileri modernist dürtünün son ve olağandışı olgunluk ürünleri olarak görülüyor. Bunlardan sonra gelenlerin listesi ise ampirik, kaotik ve heterojen bir görünüm çiziyor; Andy Warhol ve popart, ama bir yandan da fotorealizm ve bunun ötesinde ‘yeni ekspresyonizm’; müzikte John Cage ânı, ama aynı zamanda Phil Glass ve Terry Riley gibi bestecilerde görülen ‘popüler’ ve klasik üslupların sentezi ve bir yandan da punk ve newwave rock (ki Beatles’la Stones şimdi bu daha yeni ve hızlı evrilen geleneğin ileri-modernist ara konumundalar); filmde Godard, post-Godard ve deneysel sinemayla video, ayrıca da (aşağıda tekrar ele alacağım) yepyeni bir ticari film türü; bir tarafta Burroughs, Pynchon ve Ishmael Reed, öbür tarafta Fransız yeni romanı ve halefleri ve bunların yanısıra yeni bir ecriture ya da metinsellik estetiğine dayanan sarsıcı yeni edebi eleştiri türleri… Bu liste sınırsız şekilde uzatılabilir; ama acaba bütün bunlar eski ileri-modernist üslupçu yenilik şartının belirlediği periyodik üslup ve moda değişimlerinden daha temel bir değişim veya kopmaya işaret ediyor mu?

Okumaya devam et

POSTMODERN NEDİR SORUSUNA CEVAP

POSTMODERN NEDİR SORUSUNA CEVAP* (J.-F. Lyotard Thomas; E. Carol’a Milano, 15 Mayıs 1982)

clip_image001Bir Talep

Bir gevşeme, vazgeçme dönemindeyiz. Zamanın renginden söz ediyorum. Sanatlarda ve diğer alanlarda denemeleri, deneyleri durdurmak için, dört bir taraftan sıkıştırılıyoruz. Gerçekçilik akımlarını yücelten ve yeni bir özelliğin ortaya çıkmasından yana olan bir sanat tarihçisini okudum. Resim piyasasında Transavangardizm’i yayıp, satan bir sanat eleştirmenini okudum. Mimarların, postmodernizm adı altında, Bauhaus projesinden yakayı sıyırmakta olduklarını okudum: İşlevcilik banyosundan sonra, su ile birlikte bebeği deneyi de döküyorlar. Bir yeni filozofun, komik bir adlandırmayla yahudi-hiristiyanizmi dediği keşfini ve bununla, bugüne kadar hüküm sürmesini sağladığımız inançsızlığa bir son vermek istediğini okudum, Haftalık bir Fransız dergisinde "Mile Plateaux"dan** pek memnun kalınmadığını okudum: Özellikle insan bir felsefe kitabı okuduğunda, bir parça adamla ödüllendirilse, hiç de fena olmazmış! Ağır top bir tarihçinin kaleminden, 60’lı, 70’li yılların yazar ve düşünürlerinin, dil kullanımında terörü hakim kıldıklarını okudum: Oysa verimli bir tanışmanın koşulları yeniden inşa edilmeliymiş. Bunun için de entellektüellere ortak bir konuşma biçimi, tarihçilerin konuşma biçimi empoze edilmeliymiş. Belçikalı genç bir dil filozofunu okudum: Konuşan makinaların meydan okuması karşısında, kıta düşüncesinin, gerçeklik kaygısını bu makinalara terkettiğine; göndermelere dayalı (référentiel) bir paradigmanın yerine, dile gönderen (adlinguistique) bir paradigmayı (sözler üstüne söz söyleme, yazılar üstüne yazı yazma, metinler arasılık) yerleştirdiğine inanıyor ve bundan da yakınıyordu. Dil yeniden sağlam bir şekilde, göndergenin rotasına yerleştirilmeliymiş. Yetenekli bir tiyatro bilimciyi okudum. Fantazi ve oyunlarıyla postmodernizmin, iktidar karşısında hele iktidarın, kaygılı bir kamuoyu tarafından, nükleer savaş, tehlikesi karşısında totaliter bir gözaçtırmama politikası izlemeye yüreklendirdiği bir dönemde fazla bir ağırlığı olmadığını yazıyordu.

Okumaya devam et

Postmodernizm

Okumaya devam et

ELEŞTİREL SOSYOLOJİNİN TEMEL KAVRAMLARI

Eleştirel kuram ,Marksçı teorinin durumundan,özellikle bu kuramın ekonomik determinizme eğiliminden rahatsız olan bir grup Alman yeni Marksistlerin ürünüdür. Frankfurt Okulu ismini,Almanya’da 1923’te kurulmuş olan Frankfurt Toplumsal Araştırmalar Enstitüsü’nden almaktadır.[1]Okul Frankfurt’ta 23 Şubat 1923’te resmi olarak kurulmuştur.Üyeleri bu resmi kuruluştan önce de aktiftirler.1930’larda Nazilerin iktidara gelmesiyle birlikte,çoğu önde gelen üyeleri Amerika’ya göç ederek bilimsel çalışmalarına orda devam etmişlerdir.Bu faaliyetlerini Kolombiya Üniversitesi’’yle işbirliği içinde olan bir enstitüde sürdürmüşlerdir.İkinci Dünya Savaşı’ndan sonrra eleştirel kuramcılardan bazıları Almanya’ya geri dönmüşlerdir.Diğerleri ise Birleşik Devletler’de kalmışlardır.Eleştirel kuram bugün Frankfurt Okulu’nun sınırları dışına taşmıştır.Sonraki eleştirel kuramsal gelişmeler için başlangıç noktası olmuştur da diyebiliriz.[2]

Okumaya devam et

FEODAL TOPLUMDAN YİRMİNCİ YÜZYILA

Bugüne kadar izlediğiniz filmlerde ortaçağda görkemli şatolar, yediği önünde yemediği arkasında insanlar, savaşa gitmeye kıyılamayacak zırhlar ve silahlar görmüş olabilirsiniz. Ama bizim görmekten mutlu olacağımız şeyler ve gerçekler birbirinden farklı tutulmuştur bu güne dek. İşte ortaçağda da gözükenle yaşanan arasında dağlar kadar fark vardı. Ortaçağda feodal toplum üç sınıftan meydana geliyordu: savaşanlar, dua edenler ve çalışanlar. Çalışanlar aslında kendilerini beslemiyorlardı. Toprakta çalışıp batıda ve orta Avrupa’ da yaşadıkları toprakların sahibi olan malikane beylerini ve yüce kiliseyi besliyorlardı. Bir malikane bir köyle, köy halkının işlediği birkaç yüz dönüm ekilebilir topraktan meydana gelirdi. Her malikanenin bir beyi vardı. Sistemde ekilebilir arazi ikiye ayrılır: bir bölümü beye ayrılır ve onun adına ekilir, diğeri ise bir çok kiracı arasında bölüşülmüştür. Toprak dilimlidir ve çalışanlar lordun toprağında da çalışmak zorundadır ve ilk başta oradaki işler bitmelidir. Bu köylülerin çoğu aslında toprağa bağlı köleydi,  topraktan ayrı satılamaz. Lordun evinde sürekli kalanlara demesne denirdi. 2,3 dönüm toprağı olanlara bordar, sadece kulübesi olanlara cotter denirdi. Bir de daha özgür serbest köylüler vardı. Bazıları hizmet sunmaz bunun yerine ürün veya para verirlerdi. Bunlar lordun toprağını kiralayabilir ve sadece vergi verebilirlerdi.

Okumaya devam et

FEODAL TOPLUMDAN YİRMİNCİ YÜZYILA

Bugüne kadar izlediğiniz filmlerde ortaçağda görkemli şatolar, yediği önünde yemediği arkasında insanlar, savaşa gitmeye kıyılamayacak zırhlar ve silahlar görmüş olabilirsiniz. Ama bizim görmekten mutlu olacağımız şeyler ve gerçekler birbirinden farklı tutulmuştur bu güne dek. İşte ortaçağda da gözükenle yaşanan arasında dağlar kadar fark vardı. Ortaçağda feodal toplum üç sınıftan meydana geliyordu: savaşanlar, dua edenler ve çalışanlar. Çalışanlar aslında kendilerini beslemiyorlardı. Toprakta çalışıp batıda ve orta Avrupa’ da yaşadıkları toprakların sahibi olan malikane beylerini ve yüce kiliseyi besliyorlardı. Bir malikane bir köyle, köy halkının işlediği birkaç yüz dönüm ekilebilir topraktan meydana gelirdi. Her malikanenin bir beyi vardı. Sistemde ekilebilir arazi ikiye ayrılır: bir bölümü beye ayrılır ve onun adına ekilir, diğeri ise bir çok kiracı arasında bölüşülmüştür. Toprak dilimlidir ve çalışanlar lordun toprağında da çalışmak zorundadır ve ilk başta oradaki işler bitmelidir. Bu köylülerin çoğu aslında toprağa bağlı köleydi,  topraktan ayrı satılamaz. Lordun evinde sürekli kalanlara demesne denirdi. 2,3 dönüm toprağı olanlara bordar, sadece kulübesi olanlara cotter denirdi. Bir de daha özgür serbest köylüler vardı. Bazıları hizmet sunmaz bunun yerine ürün veya para verirlerdi. Bunlar lordun toprağını kiralayabilir ve sadece vergi verebilirlerdi.

Okumaya devam et

‘Post-seküler toplum’ ne demektir?

06/06/2008 Jürgen Habermas

Dinle bağlantılı çatışmaların gölgesinde, modernleşme sürecinde dinin kamusal alandaki rolünün azaldığı tezi artık daha az destekleniyor. Diğer yandan, seküler vatandaşlar dindarları çağdaşları olarak ciddiye almazsa, vatandaşlığın temelini oluşturan karşılıklı tanımayı tıkamış olurlar.

‘Post-seküler bir toplum, ancak seküler bir toplumdan çıkabilir. Bu tartışmalı terim bu nedenle yalnızca, zengin Avrupa ülkeleri veya halkın dini bağlarının düzenli ve dramatik bir biçimde zayıfladığı Kanada, Avustralya ve Yeni Zelanda gibi ülkeler için kullanılabilir. Bu bölgelerde, vatandaşlar arasında sekülerleşmiş bir devlette yaşadıklarına dair az çok bir farkındalık yayılmıştır. Sosyolojik göstergeler bakımından, yerel nüfusun
dini davranış ve kanaatleri bu toplumları ‘post-seküler’ olarak damgalamayı haklı çıkaracak kadar değişmemiştir…

Okumaya devam et

Sanayi Sonrası Toplumdan Post-modern Topluma

clip_image002

Sanayi Sonrası Toplumdan Post-modern Topluma 

Çağdaş Dünyanın Yeni Kuramları

Krishan Kumar

Türkçesi: Mehmet Küçük

Bu kitapta tartıştığımız kuramlar çokluk batı toplumları üzerinde odaklanmıştır. Ama batı, daha önce hiç olmadıdığı ölçüde, dünyanın geri kalanının bir parçası olmuştur. Bu dünyanın hatırı sayılır bir kısmını, ister iyi diyelim ister kötü, batı denetlemektedir. İncelediğimiz sanayi sonrası toplum kuramlarının bu durumun tamamen farkında oldukları söylenebilir. İster iletişim ve enformasyonun tüm dünyayı pençesine almasını, ister kapitalist ekonominin post-fordist yeniden örgütlenmesini ya da isterse modernliğin belli başlı varsayımlarının bazılarının gözden kaybolmasını betimlesinler, bu kuramlar hem dikkat çekilen gelişmelerin küresel yapısını hem de bu gelişmelerin yönü ve yayılımı konusunda batının oynadığı temel rolü vurgulamıştır. Bunu yapmaları ölçüsünde de bugün dünyadaki en önemli değişimlerin bazılarını ele almamıza elverişli bir ayna sunmaktadırlar.

Okumaya devam et

Endüstri Devrimi Sonuçları

18. yüzyıl İngiltere’nin sosyal yapısında yeni ve çok köklü gelişmelere yol açmıştır. Özellikle bu yüzyılın ikinci yarısında, İngiliz toplumu o güne kadar hiçbir ülkede görülmemiş geniş­likte sarsıntılar ve değişiklikler geçirmiştir.

Bu dönemde, ekonomik hayatta ortaya çıkan büyük değiş­melerin sonucu olarak, İngiltere’deki sosyal gruplar kaynaşıp çalkalanmış ve bu sarsıntılar durulup toplum az çok dinginliğe ulaştığı zaman, İngiltere halkının birbirinden kesinlikle farklı sınıflara ve mesleklere ayrılmış olduğu görülmüştür.

Burada söz konusu olan yeni değişmeler gerek ortaya koy­dukları toplumsal ilişkilerin eskilerden köklü bir biçimde farklı olması, gerekse kısa sayılabilecek bir süre içinde yaşanmış ol­maları yüzünden bir devrim niteliğindedir. Kendisini ortaya çı­karan ana neden endüstrideki yenilikler olduğundan, bu devri­me Endüstri Devrimi adı verilmektedir.

Okumaya devam et

YİRMİ BİRİNCİ YÜZYILA HAZIRLANIRKEN

Paul Kennedy

Çeviren: Fikret ÜÇCAN
TÜRKİYE İŞ BANKASI Kültür Yayınları

Robot teknolojisi, otomasyon ve yeni bir sanayi devrimi

Buhar gücüne dayalı sanayi, on sekizinci yüzyılın sonlarıyla on dokuzuncu yüzyılın başlarında İngiltere’nin kuzey ve orta ke­simlerinde yayılmaya başladıktan sonra, doğal olarak çok sayı­da yabancının da ilgisini çekmiştir. Avrupa’dan ve Amerika’dan gelen ziyaretçiler kâh hayranlıktan gözleri kamaşarak kâh endi­şeye kapılarak ısıyı makineler aracılığıyla işe dönüştüren buhar motorlarıyla yapılan sanayi üretiminin cesur yeni dünyasına bakakaldılar. Bu yeni makinelerde insanları en çok etkileyen şey, "hızlı, düzenli, dakik, yorulmaz" oluşlarıydı.1 Kömür ikmali sürekli olarak sağlandığı ve makinalar sağlam çalışır vaziyette tutulduğu takdirde, insanların, öküzlerin ve atların "bedeni" enerjileri tükendiği zaman yaptıkları gibi yorgunluk alâmetlerini asla göstermiyorlardı. Makineler bütün gün ve bütün gece bo­yunca çalışabiliyordu; gerekirse haftalarca durmadan çalışabili­yordu.

* İngiliz yazar Aldous Huxley’nin (1894-1963) Brave New World adıyla 1932’de ya­yınladığı meşhur kurgubilim romanına atıfta bulunuluyor (Çevirenin Notu).

Okumaya devam et