İNSANI İLİMLER MÜMKÜN MÜDÜR ?
Descartes’in küllî ilim ideali, bugün, geçen yüzyıllara üstün bir yer almıya başlamıştır. Hattâ öyle görünüyor ki, Kant rölativisminin mukavemetleri, onun türlü türlü sahalara doğru yayılma teşebbüslerini kuvvetlendirmiştir bile. Nitekim fizik âlemde yeni keşifler, matematik ve mantık ilimlerinin genişlemesi Descartes idealinin yeni bir manzara ile meydana çıkmasına vesile olmuştur. O âlemi, tek bir mantıkî kadro içerisine koymak, var olan herşeyi aynı protokoller önermelerle ifade etmek, bu suretle madde, hayat ve ruh sahalarına tatbik edilebilecek küllî bir formül bulmak, nihayet, bütün bu dileklerini kendi physicalisme ve logidsme’i ile temin etmek iddiasındadır. Hasılı, bugün sık sık söylenmekte olan ilmin birliği telâkkisi (Einheitswissenschaft) on yedinci asrın cüretli geometrik zihniyetinin başka bir çehre ile görünmesinden ibarettir. (X)
Bununla beraber, Descartes’in dehasında, her ne kadar biraz keskin ise de, inhisarcılık tehlikesine karşı ihtiyatlı olmayı temin eden, madde ile ruhu ayırma inceliği vardır. Nitekim hemen onu takip edenlerden birçoğu bu ihtiyatı elde bıraktıkları için böyle inhisarcı bir felsefenin neticelerine kadar gitmiye mecbur kalmışlardı. Meselâ bir La-Mettrie, makine-insan fikriyle madde âleminin kanunlarını insanî sahaya yaymada gecikmedi. Gall, insan beyni üzerine yapılan araştırmalardan cesaret alarak bütün ruhî melekelerin kışra bağlı olduğunu zannetti, ve bu suretle kökleri fizik kanunlara kadar inen bir phrénologie ilmi sayesinde ruhî hayatı ve değer âlemini izah edebileceğini iddia etti. Aug. Comte’a fikir tarihinde yeni bir devir açmak cür’etini veren (1) insanî âleme ait olan her şeyi o vakte kadar felsefenin veya felsefe disiplinine bağlı teorilerin mevzuunu teşkil ettikleri halde, ilk defa fizik modeline göre kurulmuş büsbütün yeni bir ilim kadrosu içinde tetkike sevkeden işte bu hazırlıklar oldu ([*]).
Aug. Comte, bu teşebbüsü ile sübjektif tecrübeyi lüzumsuz bırakıyor, şuur ve değerler âlemini objektif olgular gibi incelemekten başka yol olmadığını söylüyor; hattâ böyle bir tetkik ya insan yapısı üzerinde, son tahlilde, fizyolojinin konusuna girecek olan bir takım veriler gösterdiği, yahut insanlar arası müşterek hayatın olgularında havrandığı için doğrudan doğruya şuur verilerini tetkikten vazgeçmeye, başka tabirle hangi şekilde olursa olsun psikolojiye ilimler arasında yer vermemeye kadar gidiyordu (2).
Değerler âlemi veya manevî âlem dediğimiz saha artık bu yeni ilmin, yani içtimaî fizik’in konusunu teşkil ediyordu: Fizik kanunlarının muadilleri orada araştırılıyor; statik, dinamik, sinematik bahisleri felsefenin kaymakamı olmak iddiasında olan bu yeni ilmin fasıl başlarını teşkil ediyordu (3).
Bununla beraber kendisinden sonraki bazı müelliflerin kullanmada ısrar edecekleri bu tâbir, asıl yaratıcısına o kadar elverişli görünmedi. Çünkü o, bir cihetten tek ilim idealine hürmet ederken, diğer cihetten objektif relativisme’in zaruretlerine bağlanarak “tabiatın tam izahını yapmadan vazgeçmiş bulunuyordu. Bu takdirde ancak ” action’umuzun icaplarına uygun —yani dar mânada pragmatik — olan olgu zümrelerini ayırmak ve onlardan herbirine ait kısmî izahlarla kanmak lâzım gelecekti. Buradan, ilimlerin çokluğu ve onları sıralamak zarureti meydana çıktı. Fakat ilimleri ayıran sınırlar eskiden farzedildiği gibi artık mahiyet farkları değil, ancak derece farkları olabilirdi. Çünkü bütün tabiat olguları, son tahlilde, aynı karakterde olduğu halde, kendilerini tek ölçü ile ve aynı surette kavramamıza engel olan şey onların yalnızca birleşme (composition) mertebelerinden ibaretti. Mademki onları yanyana ve ardarda gelmeleri bakımından inceleyebiliyor ve bu suretle arala-
ruhî olayların fizik modeline göre tetkik edilmesi yolunun açılması neticesini doğurmuştu: Psiko – fizik, psiko – fiziyoloji gibi ilimlerin asıl psikolojinin yerini tutmakla kalmıyarak, bütün insanı izah etmek ve bu suretle bir insan felsefesini, lüzumsuz bırakmak iddiasına kalkmaları bundan ileri geliyordu. -İnsanî gerçeği ferdî şuurun en iptidaî unsurlarına, duyulara kadar indirerek, fiziğin son üç yüz yılda açmış olduğu büyük çığır ardından gitmek hevesi bir kısım kant’cılar için ne ise, bu gerçeği içtimaî (veya insanî) şuurun fizik modeline göre tetkiki şekline koymak isteyen Aug. Comte’un veya onu takip edenlerin yaptıkları da ayni şeydi. Her iki bakımdan, konusu doğrudan doğruya insanın manevî hayatı olan bu ilimler son derecede fakirleşiyor, fakat iddiaları da o derecede büyüyordu. rında sebeplik münasebetleri bulabiliyorduk; öyleyse tabiatın her sahasında aynı sebeplik münasebetini de bulabilmeliydik; şu kadar var ki onlardan bir kısmının birleşme mertebesi Ötekilerden daha karışık olduğu zaman sebeplik zincirleri çözülemez bir hale gelecek ve buradan itibaren daha karmaşık (complex) münasebetleri kuşatan yeni bir saha (sphère) dan ve bu tarz münasebetleri kavramıya elverişli daha karmaşık metodlardan bahsetmek lâzım gelecekti.
Bununla beraber, tabiat olgularını birbirinden ayıran basitlik ve mürekkeblik farkı onlardan daha üstün mertebenin daha altta bulunan mertebeye ait kanunlara bağlanmasına, fazla olarak kendi mürekkeblik derecesine göre yeni izahlar aramasına sebep olacaktı. Bu suretle, Aug. Comte’a bakılırsa, ilimler birbirlerinden ayrıldıkları kadar da birbirlerine bağlanacaklar, ve her ilim kendinden öncekine dayanmakla beraber kendi mürekkeplik derecesinde ona yeni izahlar katacaktır (4).
İşte sosyoloji görüşü ilk defa böylece doğdu; ve bu görüşün önderi olan Aug. Comte, bahsettiğimiz çift tasayı birden kavrayabilmek için bu yeni kelimeyi icad etti. Fakat, bu felsefenin ulaştığı başka bir netice de dinin ve felsefenin kaymakamı olan yeni ilmin bütün insanî âlemi, şuuru, ruhu, değerler nizamını, o vakte kadar mevzuu insanla ilgili bütün ilimleri kadrosu içine alması, onlara kendi kanunlarım yüklemesi, bir kelime ile bir sosyoloji emperyalizmi kurması idi. Bu hal positivism’in bu şeklini benimsemeyen felsefeler tarafından olduğu kadar, normatif ilimler veya insanla ilgili ilimler, tarafından da iyi karşılanmadı. Aug. Comte felsefesinin karşısında rakip olarak yalnız théologie ve metafizik değil, bütün bilgi teorileri, normatif ahlâk, mantık, estetik, hukuk, iktisat ve psikoloji bulunuyordu. Çünkü, bu yeni görüşe göre iyilik, güzellik ve doğruluk kaideleri koyan ahlâk, estetik ve mantık ilimlerinin mânası kalmıyor (5) ; tam tersine, iyilik, güzellik, doğruluk görüşlerinin cemiyetler içinde doğuşunu ve gelişmesini tetkik eden ahlâk, sanat ve bilgi sosyolojileri onları lüzumsuz bırakıyorlardı (6). Nitekim, onca- iktisat ta, bütün içtimaî insan’dan yapma olarak iktisâdı olayları ayırdığı için gerçeğe uymamaktadır, iktisadî araştırmalar homo oeconomicus üzerinde değil, içtimaî varlık olan bütün insan (l’homme total) üzerinde yapılmalıdır (7). Psikolojiye gelince, sübjektif olmadan kurtularak kesin ilim olmak istedikçe o ya (duyular, refleksler, alışkanlıklar, içgüdülerde olduğu gibi) biyoloji kanunlarına bağlanacak, yahut da (fikirler, kanaatler, akıl, irade, hisde olduğu gibi) sosyolojinin yani insanî hayatı tetkik eden ilmin kânunlariyle izah edilecektir (8).