İNSANI İLİMLER MÜMKÜN MÜDÜR ?


Değerler ve kanaatler sosyolojisi değer felsefesi ve psiko- sosyal ilminin farklaşma prensibine tâbi olarak teşekkül eder. Bu sistemde psiko-biyolojik unsurlar ötekiler tarafından tahdit edildiği zaman potansiyellerinden bir kısmını veya bir nevini fiilîleşti­rir. Fakat başka bir zamanda başka neviden bir tahdit birinci­den farklı yeni bir fiilîleşmeye sebep olur. Bu suretle değerlendir­me fiilleri tahditlerin değişmesine göre nevilere ayrılır. Aynı karşı­lıklı tesirler kompleksinde ne kadar tahdit ve buna mukabil ne kadar fiilîleşme nevi varsa, orada o kadar değerlendirme nevî vardır. Fertler arasında henüz tamamen farklaşmamış olan bu değerlendir­me nevileri karşılıklı münasebetlerin tarzlarına bağlıdır: Onlar ya ihtiyaç – obje diyalektikinden doğan iş ve fayda vetiresine, ya aynı diyalektikten doğan aşk ve ritm vetiresine, veya kuvvet ve hâki­miyet vetiresine, yahut da kuvvet ve muvazene vetiresine dayanır­lar. Bu suretle iktisadî, bediî, siyasî, hukukî değerlendirmeler doğar.

Bütün bu değerlendirmelerin mevcut tecrübelerle hâlen mev­cut olmıyan tecrübeler arasında rabıtalar kurması bahis mevzuu olduğu zaman, eğer bu rabıtalar küçük A dairesiyle daha geniş A1 dairesi arasmda sebepleri bilinmeyen rabıtaları heyecanı unsurlarla kurmak ihtiyacına dayanıyorlarsa mistik değerlendirme bağlantı­sına; eğer iki daire arasında sebepleri bilinen, yani bir nevi istikra rabıtaları kuruluyorsa rasyonel değerlendirme bağlantısına daya­nırlar. Bir sistem içerisinde sahaları tamamen ayrılmamış olan bu değerlendirmeler mistik bağlantıdan rasyonel bağlantıya geçebilir­ler. Karşılıklı münasebetler kompleksi ne kadar iyi organize edil­mişse ve değerlendirmeler ne kadar kuvvetli istikra sillon’ları aç­mışsa, orada mistikten rasyonele geçiş o kadar vazıhtır. Fakat böyle bir geçiş kesin surette tarihî ve genetik olmaktan ziyade fonctionnel’dir. Kendi hayatımıza, bağlı bulunduğumuz zümrelere ait tec­rübelerimiz, rasyonelden zaman zaman tekrar mistik bağlantılara doğru kayışlar veya sarsıntılar olduğunu gösterirler.

Değerlendirmelerde Biz kuvvetlendikçe, objektifleşme derinleş­tikçe normlar, gayeler ve âdetler de o kadar kuvvetlenir ve değer­lendirme nevileri değer ve müessese nevileri halini alır. Bu suretle zümre ve cemiyet şekilleri içerisinde gittikçe vazıh surette farkla- şan içtimaî değer ve müesseseler ve bunlara karşılık olmak üzere türlü şahsiyetler meydana çıkar. Fakat her psiko sosyal tecrübe on­ların asıldaki birliğini bize tekrar gösterebilir.

Bir karşılıklı tesirler sisteminde a1 diye bu sistemin tahditler neticesinde teşekkül eden her müfret (singulier) unsuruna denir. O zaman a1 diğerleriyle müşterek olmak bakımından değil, on­lardan ayrılmak bakımından bütün fiillerile gözönüne alınır : a1, psi­kolojik bir fert olur. Fakat , o zaman a1ler muayyen bir sistemin unsuru olarak değil, muayyen biyolojik şartlar üzerinde meydana çıkan ferdî – mânevi hayat olarak müşterek ve umumî vasıflar gös­terirler. Bu suretle birinci manzarasiyle genetik veya diferansiyel psikoloji, ikinci manzarasiyle psiko-biyolojik temellere dayanan umumi psikoloji teşekkül eder. Böylece hayvan psikolojisinin alt yapısını meydana getirdiği umumi psikoloji, bu bakımdan, psiko fiz­yoloji, behaviorizm adlariyle beden yapısına ve fizik çevreye bağlı müşterek vasıfları tetkik eder. Şu kadar var ki, değer fiili (veya psiko-social gerçek) hareketli ve diyalektik mahiyette olduğu için şim­diye kadar psikoloji ve sosyolojinin yapmış oldukları statik tetkik­leri birleştirmek suretiyle onun vardığı aym neticelere varmak da kabil değildir. Çünkü, gerek tekrar ve taklit fikrinde, gerekse içti­maî baskıda cemiyet yalnızca örf ve âdet ve kitle alışkanlığı halinde görülmüştür ([6]). Cemiyetin – her iki teoriye göre de – sâbit bir pro­filine karşı koymak şiddetli tepki uyandırır. Halbuki^ cemiyet yal­nız tekrarın veya baskının yüklemiş olduğu sâbit kaidelerden ibaret olmadığı gibi, ferdî ruh da yalnızca alışkanlıklar ve hafızanın yük­lediği sâbit kaidelerden ibaret değildir. Cemiyet ve ferdî ruh kai- deleşme ve şekilleşme oldukları kadar da yenileşmedirler. Bu ba­kımdan cemiyeti şekiller ve kaidelerle izaha çalışan Simmel, Vier- kandt, ilâh., gibi sosyologlar da onun yalnız statik manzarasını gör­müşlerdir. Gerek cemiyet gerek fert sahasında bu görüş yetmezli­ğinden kurtulmak için yapılan teşebbüsler [meselâ Aug. Comte’un içtimaî dinamik, Vico’nun devreli (cyclique) kader, Marx’ın mad­dî diyalektik, ilâh… teorileri] gerçeğin bir cephesine ait sun’i tamamlamalardan başka bir şey değildir. Çünkü hakikatte ne ce­miyet, ne fert müstakil birer gerçektir. Var olan değerlendirme fiili, yani psiko-sosyal faaliyettir. Gerek bilgi gerek değer halinde, zıd kutuplarından birini meydana çıkarmaya çalıştıkça obje olarak kuvveleşmeler, yani normlar ve gayeler şeklim alan, bu suretle de tekrar (taklit) umumîlik ve. baskı vasıflarım kazanan, süje olarak fiilleşmeler, yani kişilikler, vazife ve mesullük: merkezleri olan bu psiko-sosyal bütün, çift ve nöbetleşe faaliyetinin seyrinde tabiatla ve başka insanlarla karşılıklı münasebetinden ibaret diyalektik bir gelişme, ve yenileşme içindedir. Bundan dolayı hiç bir sosyolojik veya normatif nazariye, hiç bir psikolojik tavsif onun bu gelişmesini izah edemez. Tersine olarak, o bütün yenileşmeleri sırasındaki züm­re ve fert merhalelerini, içtimaî ve ruhî kaideleşmelerin neden ileri geldiğini aydınlatacak prensibi bize verir.

Sayfalar: 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27

Yorum bırakın