Dilthey bu iddiasiyle pozitivizme, kendi tabiriyle “tabiatcı metafizike” en kuvvetli darbeyi indirdiği ([3]) kanaatindedir (19). Fakat “mânevi ilimler” dediği bu yeni sahanın sınırı içine giren ilimleri incelemiye kalktığı zaman aynı derecede kuvvetle tarih felsefesine (Hegel’e), idealizme de hücum ediyor: Bu ilimler, onca mantığa göre kurulmuş ve tabiat ilimleri cinsinden bir bütün teşkil etmezler; onların birliği, tarihî gelişmeleri içinde büsbütün başka bir tarzda kurulmuştur. Bu ilimlerin maddesini tarihî ve içtimaî gerçek vermektedir: İnsan şuurunda saklı kalan geçmiş kavramları şeklinde alındığı zaman tarihî; insanlığın şimdiki halini konu olarak aldığı zaman içtimaî! Bu madde ölçülemeyecek kadar geniştir, bununla beraber yine bu maddenin eksik (yani tam-değil) olduğu da göze çarpar. Bu maddenin bitmez tükenmez hazinesini tek bakışla kavramak mümkün değildir. Orada rastlanan bir çok boşluklar (lacune) işi güçleştirecek, hattâ bazen incelemeyi imkânsız bir hale koyacaktır. Manevî ilimlerde araştırıcının imdadına ilk defa filoloji yetişir; sonra tarihçinin karşılaştırmaları, anlayış teşebbüsleri onun ardından gelir.
İnsanî ilimlerin hedefi, tarihî ve içtimaî gerçeği tek ve ferdî karakteri içinde kavramaktır. Orada sebeplik zincirleri bulmaya çalışacak, onun sonsuz ve kalikatif zenginliğini manevî kadrolar içerisinde iğip bükecek yerde, bütün özelliklerine ayrı ayrı nüfuz edecek onları ferdî karakterleri ile anlıyacaktır. Fakat tarihin rolü bu ferdlikleri arasında birleşik “ve tümel (külli) bir kanun bulmıya çalışmak değildir. Tarih, “Tarih felsefesi” şeklinde ferdlikleri öldüren bir nevi yapma hak verişler (justification) halinde çalıştıkça mânevi gerçeğe karşı tabiat ilimleri kadar büyük haksızlık etmiş olur; ve onun kadar yanlıştır.
Dilthey’a göre bu yeni ilimler sahasının temel taşını psikoloji teşkil edecektir. Fakat bu psikoloji, natüralizm kaidelerine göre kurulmak istiyen ve tabiat ilmi olmak iddiasında olan bir psikoloji, yani psiko-fizik, veya psiko-fizyoloji değildir. O yalnızca insan ruhunun doğrudan doğruya verilerini refleksiyonla kavrıyan, iç hayatı kendine orijinal konu olarak alan biricik meşru psikolojidir (20). Problem bu tarzda konulunca, gerçekten, psikoloji ve antropoloji tarihî bilginin ve cemiyetin tekâmülünü idare eden bütün kaidelerin temeli olur. Bu bilgi – bununla beraber – hiç bir zaman ferdî “ben” in temâşâsına dalacak da değildir. Tarihçi ile tetkik ettiği kişiliklerin kaynakları arasına âdeta bir nevi insanlık tipi girecektir. Nitekim siyasî düşünürle içtimaî gerçek arasında da böyle bir tip vardır. Psikoloji bu tipi yalnızca tasvir eder, tabiat ilimleri gibi yapma izahlara kalkmaz; fakat ferdî psikolojik “ayn” ları tasvir etmek biografya yapmak demektir. Manevî ilimlerin her sahasındaki “anlama” yı sağlamak için biografilerin oynadığı büyük rol bundan ileri gelir.
Mânevî olguların birinci karakteri, iç tecrübe verilerinin başka insan bedenlerine nakli sayesinde bütün insanlar için geçer olmalarıdır. Mânevi hayat bu suretle bize bir dış gerçek olarak görünür. Bu nevi olguların hepsi, aslında iç tecrübe verilerinden geldikleri halde bir nevi başkasına nakil ile umumîleştirilmişlerdir. Fakat bu başkasına nakiller’in ikinci karakteri aynı zamanda ‘ mânevî olguların göstermiş olduğu sınırlılıktır. Klâsik mektepte akim her yerde aynı olduğu (indentité) kanaati, burada tarihî-içtimaî gerçekler şeklinde sınırlandırılmıştır. Bu suretle birinci karaktere, muhtelif devirlerde ve medeniyet dairelerinde iç tecrübelerin benzerliği (similitude) karakterini de katmak lâzım gelir (21).