ESTETİK BİR YARGI OLARAK GÜZEL


“Sanat güzel bir şeyin tasarımlanması değil, ama bir şeyin güzel tasarımlanmasıdır.”

İ. Kant, Yargı Gücünün Kritiği

ESTETİK BİR YARGI OLARAK GÜZEL

Didem Yıldırım Delice∗

ÖZET

Bu metindeki temel amaç Kant’ın güzel kavramına ilişkin belirlemelerinin neler olduğunu ortaya koymak ve bu bağlamda onun estetiğini oluşturan temel argümanları açığa çıkarmaktır. O, güzeli nitelik, nicelik, bağıntı ve modalite olmak üzere dört kategorik adımda analiz eder. Bu analiz estetik yargıların, bir şey için verilen güzel yargısının, nasıl oluştuğunun koşullarının, herkes için geçerli olma olanağının ve estetik bilginin ne türden bir bilgi olduğunun yanıtını verir. Bu dört kategori aracılığıyla Kant, doğa ve ahlak alanında olduğu gibi estetik alanda da kesin bilginin olanaklı olduğunu, estetik yargının da a priori ilkelere dayandığını ve sentetik a priori bir yargı olarak tanımlanabileceğini ifade eder.

Anahtar Kelimeler: Kant, Estetik, Estetik Yargı, Güzel, Hoş, Haz.

ABSTRACT

The main purpose of this paper is to delineate Kant’s categories concerning the concept of beauty, and in this connection, to clarify his fundamental arguments which form his aesthetics. He analyzes beauty under four categorical steps comprising quality, quantity, relation and modality. This analysis provides answers to questions on the formation of aesthetic judgements, the judgement of the beautiful for something, the possibility of the general validity of this judgement and the specific kind of knowledge which aesthetics establish. By means of these four categories Kant explicates that in aesthetics certainty of knowledge is possible as in natural and moral knowledge, that the aesthetical judgement also depends on a priori principles, and that it can be defined as an a priori synthetic judgement.

Keywords: Kant, Aesthetics, Aesthetical Judgement, Beauty, Delight, Pleasure.

Giriş

Güzele ilişkin bir akıl yürütme nasıl olanaklıdır? Düşünce tarihinde güzel ya nesnenin kendisinde olarak yani onun bir niteliği olarak ya da bilincin nesneye bir yüklemesi olarak işlenmiştir. Güzelin kavramsal içeriğine ait belirlemeler aynı zamanda onu salt bir kavram olmaktan çıkararak, yaşam alanını belirleyen bir ölçüte de dönüştürmüştür. Yaşam ve nesneler, güzel kavramının ölçüt alınması ile düzenlenir hale gelmiş, güzel, bilincin yaşam ile ilişkisinin tarzını ve içeriğini belirleyen bir güç olmuştur. Kavram, kendisini yaşam alanında

∗ Ankara Üni, DTCF, Felsefe Bölümü, Doktora Öğrencisi.

yani pratikte açabilmekle hem bilincin hem de yaşamın ölçütüne dönüşmüştür. Bütün bunlar göstermektedir ki, “estetiğe giriş yolu, temelde, bizim kendi estetik yaşamımızdan geçer.” Bunun için öncelikle yapılması gereken yaşamda bir “temizleme” yoluna gitmektir. “Estetik yaşamı tehlikeye sokan” iki yaşam tarzı “duygusallık” ve “çağın ruhsuzlaşması”dır (Geiger, 1985: 17). Geiger, böylelikle estetik bir yaşam için bilinci, önemli bir başlangıç noktası ile karşı karşıya bırakmaktadır. Buna göre bilinç, dünya ile ilişkisini yeniden belirlemeli, yaşamı yeniden düzenlemelidir. Aksi halde, kavram salt bir bilgi nesnesi olarak çözümlenecektir. Oysa güzel, kendini pratikte de açan bir kavramdır; onun yaşam ve nesnelerle hep bir bağı vardır.

Güzel sanatlar, güzelin teorik ve pratik yönünden hareketle estetik tasarımlar oluşturan etkinlik alanlarıdır. Sanat bir obje tasarımında, estetik ise bilincin o objeye yöneliminde varlık bulmaktadır. Sözcüğün kökeni de zaten bu yönelimi göstermektedir. “Estetik sözcüğü Aisthanesthai (duymak, algılamak), aisthesisi (duygu, duyum) sözcüklerinden gelmektedir” (Doğan, 1998: 15). Grekçe, aisthesis, yani duyulur algı (Arat, 1996: 37), hem estetik kavramının hem de güzellik tasarımının kökenidir. Buna göre güzellik, köken olarak duyumsanır bir dış nesneyi ve ona yönelen bir bilinç etkinliğini gerektirmektedir. Estetik, bu yönelimin içeriği üzerindeki düşünsel bir tasarımdır. Mantık bilimi, düşünsel yetkinliği, hakikatin araştırılmasında kullanırken, estetik, duyusal bilginin yetkinliği olarak güzeli araştırır (Yetişken, 1998: 11). Öyleyse estetik bir çözümleme, nesnenin epistemolojik çözümlemesi ile birlikte ilerlemektedir. Ancak epistemolojik çözümleme nesnenin varlığını, işleyişini ve bilinç ile olan ilişkisini açımlarken, estetik bakış ise nesnenin kendisinin bilinç üzerindeki etkisini, bilincin nesneden etkilenme tarzını ve nesneye yönelik yargı içeriğini anlamaya çalışmaktadır. Grek düşüncesi, bu alandaki tartışmaların temel içeriğini vermiştir. Güzellik tartışması, salt bir nesne niteliği olarak değil, bilincin nesneye yönelimindeki ölçüt olarak tartışılmıştır. Bu ölçüt, yaşamın başka olgularının ölçütüne de dönüştürülmüştür. Güzellik, iyi, doğruluk, erdem, politika gibi kavram ve olgularla da birlikte tartışılmış, her biri güzellik ölçütüne göre değerlendirilmiştir. Platon, güzeli “doğru ve iyi” ile birlikte işlemiştir. “Antik Grek dünyasında güzele ilişkin düşünceler, daha çok ahlak ve siyasa ile birlikte dile getirilmiş[tir]” (Arat,1996: 37).

Güzel kavramı, estetiğin ayırıcı kavramıdır. Estetiğe1 ilişkin bir çözümleme, güzele ilişkin bir çözümlemeyi gerektirir. Güzel kavramı, bilincin dışındaki varlığı değerlendirmesinden kendisinin içeriğini belirlemesine kadar geniş bir alan içindeki nesne, olgu, olay, tutum, tasarım, düşünce, değer, eylem, duygu, psişik yaklaşım gibi her bir kavram ile ilgili olanlara ilişkin geliştirilen bir yargıdır. Yargı ise bilincin kendi dışındakine ilişkin bir değer biçmesidir. Geniş bir alanı kapsayan kullanımıyla güzel kavramı, insan pratiğindeki her bir nesneyi değerlendirmesindeki bir kavram olmakla, aynı zamanda insanın kendi pratiğinin düzenleyicisi olarak da iş görmektedir. Güzel, karşıtı olan çirkin ile birlikte insan yaşamının da belirleyicisidir. Böylece güzel, bilincin kendi dışındakiyle olan ilişkisinin pratik ölçütüne dönüşmüş durumdadır. Ancak biz bu metinde güzeli pratiğin ölçütü olarak değil, güzelin Kant’ın çözümlemelerinde estetiğin içeriğine nasıl dönüştüğünü görmeye çalışacağız.

Güzelin Bir Bilinç Tasarımı Olarak Ele Alınması

Kant, güzel’in, bilgisel ve kavramsal olan ile, hoş ile, iyi ile, sınırlarını ilk kez belirleyen düşünürdür. O, güzel’i estetik bir kavram olarak belirler. Güzel nedir? sorusunun yanıtını “Yargı Gücünün Kritiği”nin birinci bölümü olan “Estetik Yargı Gücünün Kritiği”nde, estetik yargıların2 analizi aracılığı ile temellendirmeye çalışır. Yapıtın birinci kısmı olan “Estetik Yargının Analizi” de, 1) “Güzelin Analizi” ve 2) “Yücenin Analizi” olmak üzere iki kitaptan oluşur. Kant, Güzelin Analizi’nde estetik yargıları dört kategorik adımda çözümler ve her bir adım güzelin bir görünümünü verir. Güzel yargısı burada hem öznel bir nitelik olarak hem de öznel duygulardan bağımsız olarak yani objektif genel­geçer yargı olarak kavramsallığı ve nesnelliği aşan, amaçlılıktan yoksun, duyular/duyumlar üstü özgür tek yargıya dönüşür.

Bu metnin temel amacı da birinci kitabı merkeze alarak Kant’ın güzele ilişkin bu belirlemelerinin neler olduğunu ortaya koymak ve bu bağlamda onun estetik anlayışını oluşturan temel argümanları açığa çıkarmaktır.

1 A. G. Baumgarten (1714­1762) estetik sözcüğünü kullanan ilk kişidir (Yetişken, 1998: 11). Ancak 18.yy’da Baumgarten ile Kant’ın bu disiplini bir “bilim” tarzında işlemeleri, onlardan önce bu kavramların tartışılmadığı anlamına gelmez. Necla Arat, Etik ve Estetik Değerler, (İstanbul, Telos Yayıncılık, 1996), 12.
2 Estetik bir araştırma aynı zamanda bir nitelikler araştırmasıdır. Bu araştırma sonunda ortaya konacak yargılar bu bağlamda öncelikle nitelik yargıları, bu yargılar bir varoluşsal durumdan çok bir değer belirledikleri içinde değer yargıları olacaktır. Afşar Timuçin, Estetik, (İstanbul, Bulut Yayınları, 2000), 49. O halde estetik yargılar hem nitelik hem de değer yargılarıdır.

Her şeyden önce kategorik dört adım olarak adlandırdığımız nitelik, nicelik, bağıntı ve modalite aslında Kant’ta saf aklın temel kategorilerini oluşturur. Bunlar yargı vermenin formları olarak akılda a priori kategorilerdir. Kant’ın bütün tartışması estetik yargı verebilme yetisinin de aklın bu zorunlu yasaları içinde yer aldığını göstermektir. Kant, doğa ve ahlak alanlarında olduğu gibi estetik alanda da, bu üç alanı birbirine indirgemeden, a priori bilgiye ulaşmak ister. Bu dört kategori, estetik alanda da kesin bilginin olanağıdır. Öyleyse estetik alanda bilgi bu dört kategori aracılığıyla nasıl olanaklı olmaktadır? Yargıların oluşum süreci nasıldır?

Bu dört kategorik adımda kritik, estetik (beğeni) yargıların nasıl oluştuğunun koşullarının, herkes için geçerli olma olanağının ve estetik bilginin ne türden bir bilgi olduğunun yanıtını verir. Estetik alan Kant’ın, kuramsal usa dayanan doğa dünyası ile pratik usa dayanan ahlak dünyası arasında oluşan düalizmi3 aşmak için hem zorunluluğu hem de özgürlüğü içeren olarak düşündüğü bir varlık alanıdır. Bu varlık alanı duyusal olan ile ussal olanın; zorunlu olan ile özgür olanın bir birleşimidir. Zorunluluk alanından, özgürlük alanına uzanan varlık düzeni duyguda ortaya çıkar (Bozkurt, 1995: 122). Estetik, Kant’da güzele ilişkin yargılar veren, yani nesnesi güzel olan ve estetik akıl diyebileceğimiz akla, “anlama gücü” ile “akıl” arasına yerleştirilmiş “yargı gücü” ne, karşılık gelir. Kant yargı gücünü de a priori ilkelere dayandırmaya çalışır. Ona göre yargı yetisi, kendisine yalnızca bir kural olarak yarayan fakat kendi yargısını uyandıracağı nesnel bir kural olmayan bir kavram vermek zorundadır. O halde yargı yetisinin de dayanacağı bu kavramın zorunlu varlığı, aslında güzel yargısının da diğer bilimsel yargılar gibi sentetik a priori bir yargı olarak tanımlanıp, tanımlanmayacağının araştırılmasına olanak sağlayacaktır.

Şimdi aklın hem zorunluluğu hem de özgürlüğü olarak estetik yargılarda bulunma ne anlama gelmektedir? “Saf Aklın Kritiği”nde Kant için yargıda bulunmak, bir kavramı ya da kuralı tikellere uygulamaktır. Ancak bu yapıtında estetik yargıları “düşünümsel” yargılardan ayırmayı tercih etmiştir. Onun düşünümsel yargı dediği tikelin verili olduğu ama kavramın yada kuralın keşfedilmesini gerektiren yargıdır. Kant ilk eleştirisinde basitçe alta koyma olarak tanımladığı belirleyici yargıları bu yapıtında düşünümsel yargılar olarak tikelden tümele doğru hareket eden bir düşünme olarak genişletmiştir. Çünkü estetik yargılar düşünümsel yargılar olarak kabul edilmiştir. Düşünümde bulunmak ise kendi ifadesiyle “verilen bir tasarımı, (…) bir kavram bakımından, ya başka tasarımlarla ya da öznel bilgi yetileriyle karşılaştırmak ve birleştirmek[tir]” (Schaper, 2005: 156).

3 Kant, Yargı Gücünün Eleştirisinde, doğa yasaları ile insanın özgür bir varlık olarak bu yasalar karşısına çıkardığı yasalar arasında, ki bu ahlak yasalarıdır, bir uzlaşma olasılığı arar. Onun estetik, sanat yapıtı hakkındaki yargıları bu çözümlemeler üzerinde yükselir. Beatrice Lenoir, Sanat Yapıtı, (İstanbul, Yapı Kredi Yayınları, 2003), 93­94.

Burada her şeyden önce görülmesi gereken estetik yargıların, “Saf Aklın Kritiği”nde oluşum süreci anlatılan bilimsel yargılardan yani sentetik a priori yargılardan kimi yönlerden farklılık gösteren bir yargı türü olduğudur. Bilimsel yargılar, burada nesnelerden duyularımıza gelen etkilerin kategoriler aracılığıyla akıl tarafından işlenerek aklın nesnesine uygun ve ona bağımlı olarak verilen yargı türü olarak ele alınır. “Yargı Gücünün Kritiği”nde karşımıza çıkan estetik yargılar da aklın, bir nesneyi yine kategoriler aracılığıyla işleyerek elde ettiği yargılardır. Buradaki farklılık estetik yargının nesnesinden kaynaklanır.4 Çünkü bu nesne artık sıradan, olağan bir nesne, estetik yargı da bu olağan nesne için verilen olağan bir yargı değildir. Estetik yargının nesnesi bir dehanın yaratımı olarak sanat eseridir; estetik yargı da bu yaratım üzerine hoşlanma ve hoşlanmama olarak benim verdiğim bir beğeni yargısıdır. Bu öznellik Kritik’teki bilgilenme sürecinin zorunlu kategorileri dışındaki bir öğedir.

Kant için evrensel olan, güzel yargısında bulunabilme yetisidir. Yani bir şeye güzel diyebilmenin olanağıdır evrensel olan. Ancak güzel yargısının verilebilmesi objesini gerektirir. Bu ifade Kant’ın bilginin oluşum sürecine ilişkin çözümlemesine tekabül eder. Bu durumda estetik objenin uyarıcılığı ile estetik yargının birlikteliği zorunlu olur. Yani estetik yargı için nesnesi zorunludur. Eğer böyle olmasaydı, Kant estetik yargı probleminde metafiziğe düşmüş olacaktı. A priori olarak bir güzellik kategorisinin varlığının kabulü ve bu kategorinin tekabül ettiği objenin güzel olması şeklindeki bir çözümleme Kant’ı metafizik açıdan okumaktır. Oysa Kant, nesnesiz yargıları boş bir metafizik olarak adlandırır. Bu açıdan güzel yargısında bulunabilme apriori bir zorunluluk olarak herkeste bulunurken, aynı zamanda bu yargıyı harekete geçirecek ve bu yargıyı karşılayacak bir estetik objenin varlığı da zorunlu kılınmaktadır. Güzellik yargısı şematize edilecek olursa öncelik estetik yargının öznelliğiyle başlar. Estetik olay estetik objeden haz alma, haz almadan beğeniye, beğeniden

4 Estetik’in iki tür nesnesi vardır. Doğal nesneler ve yapay nesneler (sanat yapıtları) (Townsend, 2002: 44). Kant, doğal güzellik ile sanat güzelliğini birbirinden ayırmakta. İsmail Tunalı, Estetik, (İstanbul, Cem Yayınevi, 1984),

314. Ancak sanat ile doğa arasındaki ilişkide Kant, doğaya öncelik tanımaktadır. Beatrice Lenoir, Sanat Yapıtı, (İstanbul, Yapı Kredi Yayınları, 2003), 93. Ancak Kant’ın ilgilendiği doğa ya da sanat yapıtlarındaki güzellik değildir. Onun asıl ilgi alanı insanın sahip olduğu güzellik ve yücelik duygusunun düşünce bakımından yapısıdır. Heinz Heimsoeth, Immanuel Kant’ın Felsefesi, (İstanbul, Remzi Kitabevi, 1986), 166.

de estetik yargıya varan bir süreci izler. Bu süreç, anlama yetisi ile hayal gücünün arasındaki özgür oyundur. Güzel yargısı da bu oyunun sonucunda verilen bir estetik yargıdır.5

Şimdi bu temel saptamalardan sonra dört kategorik adımda estetik yargının oluşum sürecine bakabiliriz.

Birinci Kategorik Adım: Nitelik Bakımından Beğeni Yargısı

Beğeni yargısı nedir? Neye dayanır? Belirleyeni nedir? Güzel hoş ve iyi ile aynı şey midir? Bu soruların yanıtı bu ilk adımda yanıtlanmaya çalışılır.

Biz, bir şeyin güzel olup olmadığını anlayabilir miyiz? Bir şeyin güzelliği bizde nasıl gerçekleşir? Kant, herhangi bir şeyin güzel olup olmadığını anlayabileceğimizi söyler. Güzel, “kavrayış gücü” aracılığıyla değil, “hayal gücü aracılığıyla” bilinir. O halde “beğeni yargısı, bilmeye, kavramaya ya da idrak etmeye ilişkin bir yargı değildir.” O güzel üzerine verilmiş bir yargıdır. Fakat Kant, hayal gücüne dayanan bu yargının aynı zamanda “mantıksal bir yargı” olduğunu söyler ve belirleyici zemininin de özne olduğuna işaret eder. O halde beğeni yargısına ilişkin ilk belirleme, mantıksal ve özneye ait bir yargı olmasıdır.6 Yani bu yargının kaynağı öznedir. Kant burada özneye ait her duygulanımı duyumlara/duyulara ilişkin açıklamalar da dahil her türden açıklamalardan ayırır. Çünkü duygulanımlar ve açıklamalar farklı türden bir gerçekliğe işaret eder. Her şeyden önce açıklamalar, tek tek varolanlar ile ilgilidir ve onda bir şeye işaret eder. Bu yönüyle nesneldir. Duygulanımlar ise öznenin a priori olarak sahip olduğu ve varolanda bir şeyi göstermeyen özel türden bir duygudur. Ancak bu duygulanımlar farklı öznelerde farklı şekillerde görünür. Bu ayrım, beğeni yargısının hem zeminini hem de niteliğini göstermesi açısından önemlidir. Öyleyse beğeni yargısı öznede temellendirilen, varolana ilişkin bir bilgi vermeyen ve kendini farklı türden duygularla açığa çıkaran bir tür duygulanımdır. Açıklama nesneye, beğeni yargısı ise özneye göndermede bulunur. Beğeni yargısını estetik kılan da özneye yaptığı bu göndermedir (Kant, 2001: 5­6).

5 Hegel, Kant’ın estetik yargı gücünü, anlama yetisi ve duyusal görüden bağımsız bir yeti olarak, anlama yetisi ile hayal gücünün özgür oyunun bir sonucu olarak belirlediğine ve bilgi yetilerinin bu uyumunda nesne ve öznedeki haz duygusunun birlikteliğine dikkat çeker. G. W. F. Hegel, Estetik cilt 1 (İstanbul, Payel Yayınevi, 1994), 57. 6 Kant, bireysel bir duygu olarak ele aldığı beğeni yargısının içindeki gizli özerklik iddiasını taşıyabilecek bir zemin arama yoluna girdi. Onun için beğeni, güzeli değerlendirme yetisi idi. Bu yetinin kullanımını da beğeni yargısı olarak adlandırıyordu. Eva Schaper, “Beğeni, Yücelik ve Deha: Doğa ve Sanat Estetiği”, Cogito sayı 41­42 (2005), 159.

Sonuç olarak beğeni yargısı, a) bir bilgi yargısı değildir, b) beğeni yargısının estetik olması demek onun subjektif olması demektir, c) beğeni yargısı subjektif duygulara dayanır.

Beğeni yargısı, nesnenin gerçek var oluşu ile ilgili değildir. Beğeni yargısı, nesnenin gerçekte ne olduğunun bilgisini veren bir yargı değildir. Beğeni yargısı “objenin gerçek varlığına ilgisiz”, özneyi, objenin “gerçek varlığı üzerinde bağımlı kılmayan”, “şeyin gerçek varlığından yana zihni meşgul etmeyen”, “saf, ince” bir yargıdır. “Artık sorunun ‘bir şeyin güzel olup olmadığı’ olduğu yerde, bizim ya da bir başkasının şeyin gerçek varoluşuyla ilgilenip ilgilenmediğini bilmek istemiyoruz, fakat onun biçimini tahmin etmektense saf düşünme ile ilgilenmek istiyoruz.” Kant, beğeni yargısının öznede temellendiği ilk belirlemesine bu yargının öznedeki hoşlanma duygusuna, “arzu yetisi” ne göndermede bulunduğunu ekler. Bu bağlamda beğeni yargısını belirleyen hoşlanma ve hoşlanmama duygularıdır. Böylelikle beğeni yargısı öznedeki haz alma, hoşlanma duygusu ile temellendirilmiş olur. Böyle bir temellendirme de, herkese güzellik üzerine bir yargı verebilme olanağını sağlar (Kant, 2001: 6). Buna göre beğeni yargısı, bir obje için verilen bu güzeldir yargısı, o objenin varlığına ilişkin tüm ilgileri dışta bırakır. Yani beğeni yargısını yada estetik yargıyı belirleyen hoşlanma tüm çıkarlardan uzaktır. Estetik hoşlanma, güzel’den hiçbir karşılık beklemeden, ondan duyulan salt hazdır (Bozkurt, 1995: 124).

Kant, üçüncü olarak hoş ve güzel kavramlarını birbirinden ayırır. Çünkü hoş ve güzel birbirinden ayrı kavramlardır. Bu hoştur yargısı, bir objeye yönelik iken, bu güzeldir yargısı, sadece sujeye yöneliktir. Hoşlanma, duyular aracılığıyla bir obje hakkında verilen yargıdır. Bu yargıda belirleyici olan objedir (Kant, 2001: 6­7). Bu bağlamda, bu hoştur yargısı, bu güzeldir yargısı gibi estetik bir yargı değildir. Çünkü hoşlanma, obje ile sujenin karşılıklı ilişkisinden doğan ve objenin varlığı ile ilgili bir duygudur.

Hoş ile güzel arasında yapılan ayrım hoş ile iyi arasında da yapılır. Çünkü iyi ve hoş aynı şeymiş gibi algılanır. Bu Kant’a göre yanlış bir kanıdır. Fakat hoş ve iyi birbirinden farklı kavramlardır. “Bir sürü durumlarda hoş olanla iyi olan değiştirilebilir terimler olarak görülür. Genel olarak denilir ki, bütün memnun etme kendi içinde iyidir. Bu demeye de gelir ki, sürekli hoş olma ve iyi olma özdeştir. Fakat bu açıktır ki, bu sadece kötü bir kelime karışıklığıdır/kafa karışıklığıdır; bu ifadeye uygun olan kavramlar bir birbiriyle değiştirilebilir olmaya çok uzaktır.” Peki Kant bu ayrımı nasıl temellendirir? Hoşlanma sadece duyuya bağlı olarak yani duyularla ilişkili olan bir objeyi işaret eden ve zevk veren iken, iyi aklın bir kavramı olarak bazen yararlı, bazen de kendi için iyi olan olarak zevk verendir. Öyleyse hoş ve iyi arasında zorunlu olarak bir fark çizilir. Duyulara dayalı olan hoşluk iyi olarak adlandırılamaz. Onun iyi olarak adlandırılabilmesi aklın ilkeleri altına sokulmasıyla olanaklıdır. Çünkü şu durumda hoş olan sadece duyuları tatmin edendir. Fakat iyi için akla başvurmak zorunluluğu vardır. Ancak her iki durumda da amaç hazdır. Yani hoş ve iyi aralarındaki bu farklılığa karşın hoşa gitme, haz verme noktasında birleşirler. İyi de akıl ve salt kavram aracılığıyla hoşa gidendir. Kant için bir şeye iyi diyebilmenin koşulu, her zaman objenin hangi amaç için tasarlandığını bilmek, onun hakkında bir kavrama sahip olmaktır. O halde iyi bir kavrama dayanandır. Bu noktada güzel de olanaklı kılınır. “Güzelden duyulan haz, bir nesne üzerindeki refleksiyona7 bağlı olandır” ve “böylece tamamen hoş olandan ayrılmıştır” (Kant, 2001: 7­8).

Bir eğilim olarak hoş, bir beğenme olarak güzel ve kabul edilen, saygı uyandıran olarak iyi kavramları hoşlanma ve hoşlanmama duygusuna yönelik tasarımın üç farklı ilişkisi olarak daha da netleşir. Kant, hoş ve iyi kavramlarının arzu/istek yetisine bir gönderme içerdiğini, hoş’un, bir uyarıcıya bağlandığı için, şartlı/koşullu bir hoşlanma, iyi’nin ise pratik bir hoşlanma olduğunu belirtir. Bu hoşlanma objenin varlığı ile ilgilidir. “Diğer taraftan beğeni yargısı basit bir şekilde düşünceye dalmışlıktır. Hoşlanma bir beğeni yargısı olarak bir objenin varlığına karşı ilgisiz olarak sadece hoşlanma ve hoşlanmama duygularıyla ilgili olarak karar veren bir yargıdır.” Fakat Kant bu düşünmenin kendisinin bile bir kavrama yönelik olmadığını dile getirir. “Beğeni yargısı bilişsel bir yargı değildir (o ne teorik ne de pratik bir yargıdır), ve bundan dolayı kavramlara dayanmaz, ne de bilerek onlara yönelir.” “Hoş bir adamı sevindiren onu memnun edendir; güzel basitçe ona hoşluk verendir; iyi ise saygı duyulandır (onaylanan, tasvip edilendir).” “Hoşluk akıl sahibi olmayan hayvanlarda bile önemli bir etmendir; güzellik bir anlam ve öneme sahiptir ve sadece insan içindir. Halbuki iyi, her akıl sahibi varlık için iyidir” (Kant, 2001: 8).

7 Heimsoeth, refleksiyon terimine ilişkin şu saptamada bulunur: Yargı gücü, doğanın ve sanatın ortaya koyduklarına bakarak onları nasıl değerlendireceğimiz ve onlar hakkında nasıl yargıda bulunacağımıza ilişkin olarak birtakım peşin normlar, ölçüler ve yasalar koyamaz. Bu değerlendirme ve yargıda bulunma süreci ancak somut olan teklerden genel olana varmak şeklinde ya da teklerde genel olan üzerine düşünme şeklinde gerçekleştirilir. İşte bu türden bir yargılamaya Kant “refleksiyonlu yargı gücü” der. Bu yargı belirleyici bir yargı değildir. Tek tek şeylere genel yasalar uygulamaz/teki bilinen genel bir yasa altında toplamaz. Bu nedenle refleksiyonlu yargı bilgi ve ahlak alanlarına ilişkin verilen yargılardan belirleyici olmaması ile ayrılır. O halde estetik yargılar belirleyici yargı gücünün yargıları değildir. Çünkü bir doğa parçasını ya da bir sanat yapıtını elde bulunan değişmez kriterlere göre ölçmeye olanak yoktur. Estetik alan bu bakımdan belirleyici değil refleksiyonlu bir yargı gücüdür. Heinz Heimsoeth, Immanuel Kant’ın Felsefesi, (İstanbul, Remzi Kitabevi, 1986), s. 157, 167.

O halde ilk adımdan güzelin tanımına ilişkin elde edilen sonuç şudur: “Beğeni, bir objeyi ya da bir obje tasarımını bir hoşlanma ya da hoşlanmama aracılığıyla bütün ilgilerden uzak olarak yargılama yetisidir. Böyle bir hoşlanmanın objesine güzel denir” (Kant, 2001: 8).

İkinci Kategorik Adım: Nicelik Bakımından Beğeni Yargısı

Kant, ikinci adımda kavrama dayanmayan güzeli, evrensel bir hazzın nesnesi olarak temellendirmeye çalışırken, estetik obje karşısında haz ve yargı probleminin önceliğine dair saptamalarda bulunur ve güzeli, hoş ve iyiden daha ayrıntılı olarak ayırmaya çalışır. Ancak öznel nitelikteki beğeni yargısının evrensel bir hazzın nesnesi olarak nasıl genel­geçer bir yargıya dönüştüğünün gösterilmesi Kant’ın buradaki asıl problemini oluşturur.

İlkin kavrama dayanmayan olarak güzel tanımı, burada herhangi bir ilgiden ayrı, bir hazzın nesnesi olarak genişletilir. Güzelden duyulan haz kişisel eğilimlerden uzaktır. Bu şu demektir: “haz, öznenin, her hangi bir eğilimine (ya da önceden belirlenmiş her hangi bir ilgiye) dayanmaz. Fakat nesneye uyumlu suje kendisini tamamıyla hoşlanma ile ilgili olarak özgür hisseder” (Kant, 2001: 9). Kant’a göre özne, hazzın, hoşlanmanın zemini olan nesneyi seyreder ve onun güzelliğine ilişkin kişisel olmayan nedenler bulur. Bu nedenleri dayanak olarak dikkate alan özne, diğer her bir insan için de varsayar ve bu diğerlerinin de kendine benzer bir hazzı isteyeceklerine inanır. Yani kişi, bu durumda aynı objeden başkalarının da hoşlanması için bir neden olduğuna inanır. Burada Kant yanlış bir inanışa dikkat çeker. Güzelin kişisel eğilimlerden, durum ve koşullardan ayrı tutulmasının, aynı objenin başkaları tarafından da güzel olarak değerlendirilmesinin, güzelliğin nesnenin bir niteliğiymiş gibi algılanmasına ve herkes için geçerli olduğu varsayımına yol açması ve böylelikle de beğeni yargısının da salt mantıksal bir yargıymış gibi algılanmasına neden olur.

Burada Kant, beğeni yargısının, mantıksal yargılar gibi herkes için geçerli olabilmesinin yolunu açmış, böylelikle onu objektif kılmıştır. Ancak beğeni yargısının evrenselliği/genel­geçerliği, mantıksal yargıların evrenselliğinden/genel­geçerliğinden farklıdır. Çünkü Kant’a göre beğeni yargısının bu evrenselliği/genel­geçerliği kavramlardan gelmeyen, onlara dayanmayan başka türden bir evrenselliktir. Sonuç olarak beğeni yargısı, “bütün insanlar için geçerli bir istek/iddia içermeli ve onu nesneye eklenen evrensellikten başka yapmalıdır, yani bir talebi/iddiayı öznel evrenselliğe bağlamalıdır.” Bu durumda beğeni yargısının evrenselliği kavramsal değil subjektiftir (Kant, 2001: 9).

Kant, kişilerin hoşa ilişkin verdikleri yargıyı, o kişilerin özel duygusu ile temellendirir. Kişi bu hoştur yargısı ile aslında bir objenin kendisine verdiği zevki açıklar. Böylelikle alınan zevk/haz kişinin kendisi ile sınırlandırılmış olur.

(…) Eğer biri Canary şarabının hoş olduğunu söylerse onun bu yargısı yanlış olarak kabul edilmez. Ancak kişi en doğru yargı olarak şunu söylemeli: Bu benim için hoştur. Hoşa giden bir şey bu örnekte olduğu gibi sadece dil, damak ve boğaz beğenisi değildir, göz ve kulak için de olabilir. Örneğin diğer donuk ve solgun renklere karşı menekşe rengi yumuşak ve hoştur. Yine bir kişi nefesli çalgıların sesinden hoşlanırken bir diğeri telli çalgıların sesini tercih eder. (Kant, 2001: 9)

Buradan hareketle hoşlanmaya ilişkin verilen yargıların doğruluğundan ve yanlışlığından bahsedilemez. Çünkü hoşlanma duyular alanı ile ilgili, kişinin duygularına dayalı bir beğenmedir. Burada belirleyici olan kişi eğilimleridir.

Kant için güzel, hoştan tamamen farklı bir temele dayanır.

Güzel hoştan farklı olarak savunusu yapılabilen bir şeydir. Bu obje (bir bina, bir kişinin üzerindeki elbise gördüğümüzde, bir konser dinlediğimizde ya da bir şiir dinlediğimizde bütün bu objeler bizim eleştirimize boyun eğer.) benim için güzeldir yargısını verebilir. Ancak bunlar sadece o kişiye zevk verir. Bu nedenle o asla onları güzel olarak adlandırmamalıdır. Böyle söylememelidir. Kişiyi etkileyen ona çekici gelen ve ona hoşluk veren pek çok şey olabilir. Fakat o bir şeyi bir kaide üzerinde açıkladığında ve onu güzel olarak adlandırdığında diğerlerinin de o şeyden aynı hazzı almalarını ister. Kişi yargılarını sadece kendisi için değil bütün insanlar için verir ve sonra şeyin bir niteliği/özelliği olarak güzellikten konuşur. Böylece o şey güzeldir diye söyler (…) Kişi kendi yargısında diğerleri ile bir uzlaşma ister. Eğer başkaları kişinin verdiği yargıdan farklı bir yargıda bulunduysa kişi onları kınar ya da suçlar ve onların beğenilerini yadsır (…) Ancak insanlar böyle bir durumda şunu söyler: herkesin bir beğenisi vardır. Yani, estetik yargı insanların onayı üstüne meşru/geçerli bir istekte/talepte bulunabilir. (Kant, 2001: 9)

Kant için hoş olanda belirleyici olan kişisel eğilimler, aynı şekilde güzel için de geçerli olamaz. Çünkü kişinin kullandığı güzeldir yargısı sadece kendisi için değil, aynı zamanda başkaları için de verilmiş olan geçerli bir yargıdır.

İyi ile ilgili olarak (evrensellik) yargıların herkes için bir geçerliliği talep ettiğini ileri sürmek doğrudur; fakat iyi sadece bir kavramın aracı ile evrensel hazzın nesnesi olarak sadece bir tasarımdır, ki bu durum ne hoş iledir ne de güzel ile. (Kant, 2001: 9­10)

İyi yargısı bu durumda tıpkı güzellik yargısı gibi herkesin katıldığı bir yargıdır. Ancak güzel ve hoştan ayrı olarak iyi kavrama dayanandır.

Kant, hoş olana ilişkin beğeniyi “duyusal beğeni”, güzele ilişkin beğeniyi de “düşünümsel beğeni” olarak adlandırır. “İlki sadece, kişisel yargılar iken ikincisi genel­geçer yargılardır. Fakat her ikisi de eşit bir şekilde bir obje hakkında verilen estetik yargılardır. Duyusal beğeni yargıları yalnız başına deneyimlenemez ve onlar genel­geçer yargılar değildir (…) Düşünümsel beğeni ki o deneyimlenerek, bizzat yaşayarak öğretilir” (Kant, 2001: 10).

Kant beğeni yargısına, yani estetik yargıya özel bir tür genellik yükleyerek güzel ve hoş olanı birbirinden ayırdı. Böylelikle güzele ilişkin yargıları, kişisel eğilimlere dayanan özel beğeni yargıları olmaktan çıkarmış oldu. Peki güzeli hoştan ayrı ve üstün tutan bu genellik nasıl bir genellikti? Bu genellik “mantıksal bir yön içinde bir obje kavramına dayanmayan” objektiflik içermeyen dolayısıyla subjektif olan, “bilme/kavrama/biliş yetilerini değil, her özne için hoşlanma ve hoşlanmama duygularının geçerliliği”ni gösteren genel­geçer bir genelliktir. Geçerli bir yargı belirli bir kavram altına alınabilendir. “Estetik yargılar mantıksallığa çekilemeyen ve herhangi bir kavrama dayanmayan yargılardır” (Kant, 2001: 10).

Kant, mantıksal nicelik yönünden bütün beğeni yargılarını tekil yargılar olarak belirler. Çünkü obje kendini öznenin duygu alanına dayatır. Bir çiçeği güzel olarak tanımlamak estetik bir beğeni yargısıdır. Ancak “güller genelde güzeldir” yargısı artık sadece estetik bir beğeni yargısı olarak açıklanamaz. Bu yargı aynı zamanda estetik beğeni yargısı üzerinde temellenen mantıksal bir yargı olacaktır. “Gül hoştur” yargısı da, bireysel bir duygunun yargısıdır, beğenin değil. Çünkü beğeni yargısı herkes için geçerli, estetik bir yargıdır. İyi üstüne verilen yargılar da objedeki hazzı belirleyen, bir mantıksallığa sahip, evrensel yargılardır (Kant, 2001: 11).

Kant, bir objeden duyulan hazzın, o obje hakkında verilen yargıdan önce geldiğini ve bu hazzın da evrensel olarak ifade edilebilirliğini vurgular. Peki beğeni yargısı nasıl gerekleşir? Haz için duygularda ortaya çıkan hoşnutluğun açığa çıkması gerekmektedir. Bu açıdan haz, nesnesi ile bağlantı içindedir. Ancak bu haz bilinçte gerçekleşen bir şeydir. Bu nedenle beğeni yargısının subjektif koşulu, objedeki haz ile temellenir. Bu da gösteriyor ki beğeni bir kavrayış sorunudur. Bilincin kavramasına bağlıdır. Bilince bağlı olduğu için “tasarım objektiftir ve bu tek başına evrensel bir referans noktası ile herkesin tasarımının gücünü uyumlu kılmak için zorlar.” Bu nedenle Kant yargının belirleyici zeminini subjektiflik olarak görür. “Obje kavramından bağımsız tasarlamaktır” (Kant, 2001: 12). Kant kavrama gücüne verilmiş tasarımın, nesnesi ile karşılıklı ilişkisinde açığa çıktığını düşünür.

Bilişsel kavrayış tasarım tarafından bir oyun içine sokulur ki, bu oyun belirli kavramlarla sınırlanamayacak olan özgür bir oyundur. Bütün tasarımlar bir obje aracılığıyla verilir. Bunlar genel bir uzlaşma ile kabul edilmelidir. Bu nedenle Kant subjektif evrensel/genel­geçer olarak beğeni yargısındaki tasarımı kavramsız var olan olarak alır. Bu kavramsız tasarım hayal gücü ve anlamanın özgür oyunundaki akılsal bir durumdan başka bir şey değildir. Bu subjektif ilişki herkes için geçerli olmalıdır. Bu nedenle genel sonuç bilişsel kavrayışların dayanakları subjektif koşullarının ilişkilerine dayanır. Tasarımdaki bu subjektiflik hazzın temelidir. Bu subjektif evrensel geçerlilik hazzın tek temelidir; bu temel üzerinden objenin tasarımı ile bağ kurulur ve obje bu sayede “güzel” olarak adlandırılır. “Beğeni yargısındaki tarafımızdan hissedilen haz herkes için bir gereklilik olmaktan başka kesindir de. Eğer biz bir şeyi güzel olarak adlandırıyorsak şimdiye kadar güzellik objenin bir niteliği idi. Subjenin duygularına herhangi bir gönderme bir yana güzellik kendisi için olmakla beraber bir kavrama göre belirlenen özdür. Estetik yargı olası a prioridir” (Kant, 2001: 12).

Kant bu varsayımı sürdürerek daha farklı sonuçlara çıkmaya çalışır. Bir beğeni yargısında subjektif bilincin yargısının neler olduğunu görmeye çalışır. “Yargı estetik olarak duyum (sensation) ile midir yoksa sadece bizim iç duyularımızla (internal sense) mıdır? Ya da zihinsel olarak (intellectual) bizim bilinçli aktivitelerimiz oyuna getirilen bu güçlerdeki ile midir?” (Kant, 2001: 12).

Kant, sujenin kavrayışını, Kritik’teki gibi, zihinsel olarak görür. Beğeni yargısı kavramdan bağımsız olarak, güzelin yükleminin ve hazzın açısından objeyi belirler (Kant, 2001: 12).

Güzel öyledir ki, bir kavramdan başka, evrensel olarak mutlu eder/sevindirir”. (Kant, 2001: 13)

İkinci adımdan elde edilen sonuç: Kant beğeni yargısını öznel bir temele; hoşlanma ve hoşlanmama duygusuna dayandırsa da bu yargıya bir genellik yüklemiştir. Yani beğeni yargısını genel bir yargı olarak temellendirmek istemiştir. Yalnız burada dikkat edilmesi gereken beğeni yargısının genelliğinin nesnel değil, öznel bir genellik olduğudur (Bozkurt,

1995: 126).

Üçüncü Kategorik Adım: Bağıntı Bakımından Beğeni Yargısı

Buradaki temel problem beğeni yargısının amaçlılık bakımından ele alınmasıdır. Kant burada aynı zamanda beğeni yargısını a pirori bir zemine dayandırarak, güzeli çekicilik, mükemmellik/kusursuzluk kavramlarından arındırır ve onu obje ile ilişkilendirir.

Kant, öncelikle, deneyimle ilgisi olmayan, aşkın terimlerdeki amaçlılığı tanımlar. Kavramsal olarak temellendirilemeyen beğeni yargısı amaçlılık ile temellendirilmeye çalışılır. “Amaçlılık bir kavramın nesnesidir (…). Bir kavramın nedenselliği onun objesinin karşısındaki kesinliğidir. Amaçlılık, sadece bir objenin kavranışı değildir, fakat amaçlılığın kendisi bir etki olarak, onun bir kavramı aracılığıyla olası olarak düşünülendir” (Kant, 2001: 13). Bu bağlamda Kant için beğeni yargısı, subjektif bir amaçlılığa dayanmadığı gibi objektif bir amaçlılığın herhangi bir tasarımı da olamaz. Çünkü “beğeni yargısı estetik bir yargıdır ve bilme ile kavramaya dayalı bir yargı değildir ve böylece doğanın ya da iç ya da dış olasılığın herhangi bir kavramıyla ilgilenmez” (Kant, 2001: 13).

Kant, “bir etki olarak hoşlanma ya da hoşlanmama duygusunun” a priori temellerini belirlemenin olanaksız olduğunu düşünür. Onun için hoşlanma ve hoşlanmama duygusu her zaman bir a posteriori deneyimin yardımıyla açığa çıkan bir nedensel bağlantı olacaktır (Kant, 2001: 14). Böylelikle Kant saf aklın bilme yetisinde olduğu gibi estetik alanda da kendi epistemolojisine uygun olarak objeyi özne ile etkileşime sokmuş ve bu duyguların belirleyicisi olarak göstermiştir. Beğeni yargısının belirleyeni olarak estetik bir obje karşısında duyulan bu hoşlanma yani haz ise herkes için geçerlidir ve güzelden alınan haz kavramsız olarak fakat doğrudan doğruya verili bir obje vasıtasıyla bir tasarımla birleşerek, aklın bir yargısı olarak dışlaşır (Kant, 2001: 18). Kant bu ifade ile hoşlanma/haz duygusunu yani öznenin bir obje için bu güzeldir yargısını verebilme olanağının evrenselliğini kurmuş olur. Böylelikle güzel evrensel olarak varlığı zorunlu olan ve temellerini nesnede değil öznede bulan bir yargı olarak belirir.

Kant beğeni yargısının her türlü ilgiden, çıkardan yoksun olduğunu söylemişti. Şimdi de beğeni yargısının çekicilik duygusundan da yoksun olduğu dile getirilir. Çünkü Kant için güzel yansız ve tarafsızdır. Ona yöneltilecek olan her türden ilgi onun etkisini azaltır (Kant, 2001: 14). O kendi başına güzeldir. Bu da onu saf bir beğeni yargısı kılar. Bu bağlamda “His/duygu, güzelliğe tamamen yabancıdır. Arı bir beğeni yargısının belirleyici zemini ne duygu/his ne de çekiciliktir” (Kant, 2001: 16). “Bir saf renk, örneğin bir çayırlığın yeşili ya da saf tonu (ses yada gürültüden ayrı olarak) bir keman gibi birçok insan tarafından kendinde güzel olarak tanımlanmıştır” (Kant, 2001: 15).

Kant estetik alanın, ilk olarak hoş ve hoş olmayana göre ikinci olarak da güzelliğe (bir objenin ya da onun tarzının tasarımının doğrulanması, belirtilmesi olarak) göre bölümlenebileceğini söyler. Bu bağlamda ilki duyunun yargısı (maddi estetik yargılar) olurken ikincisi yalnız özel beğeni yargısı olacaktır. Obje hakkındaki maddi estetik yargılar duyu alanı ve akıl işbirliği ile verilir. Bu yargılar duyu alanın üstünlüğüne dayalı yargılardır. Bu bağlamda Kant bir müzik enstrümanının tonunun ya da bir rengin hoşluğunu kabul ettiğimizi vurgular (Kant, 2001: 14­15).

“Güzellik biçimsel subjektif kesinlik olarak objenin herhangi bir mükemmelliğinin düşüncesi değildir” (Kant, 2001: 16). Öznenin mükemmellik belirlemesi onun öznel yargısıdır ama nesnenin güzelliği ile ilgili bir belirleme değildir. Kant aynı belirlemeyi güzel ve iyi kavramları arasındaki ilişkide de dile getirir. Kant iyi ve güzel kavramları arasındaki farkı her ikisinin mantıksal formlarındaki farklılıktan kaynaklanan, ilkini kafa karıştırıcı bir oluş ikincisini ise açık bir şekilde tanımlanan olarak görür. Fakat iyi olarak tanımlanan şeyler ile beğeni yargısı daha çok bir kavrayış yargısı olarak aklın aynı ilkelerine dayanırlar (Kant, 2001: 16).

Kant iki tür güzellikten bahseder. Bunlardan ilki kavrama dayanmayan, özgür/koşulsuz güzellik iken, ikincisi de bir kavramı zorunlu kılan bağımlı güzelliktir. “Güzelliğin ilk türü kendinde güzeldir. Güzelliğin diğer türü ise koşullu/şartlı güzellik olarak bir kavrama bağlı bir oluştur ve objeye atfedilir ve belirli bir sonun bir kavramı altına gelir” (Kant, 2001: 17). “Örneğin çiçekler doğanın koşulsuz güzelliğidir. Hemen hemen kimse bir botanikçi bile çiçeğe ilişkin güzellik yargısını verirken çiçeğin üreme organlarına ilişkin bir bilgiye dikkat etmez, ilgisini yöneltmez. Çiçek doğanın bir gerçekliğidir ve güzeldir. Birçok kuş ve birtakım kabuklular kendinde güzeldir” (Kant, 2001: 17). Kant, koşulsuz güzelliğin değerlendirilmesinde beğeni duygusuna sahip olduğumuzu ancak ikinci tür güzelliğin hayal gücünün özgürlüğünü sınırladığını dile getirir (Kant, 2001: 17).

Bu adımdan elde edilen sonuç şudur: Estetik yargılar obje hakkında bilgi vermez. Estetik yargıların bilgisi aklın apriori ilkeleri aracılığıyla kazanılandır. Bu türden bir bilgi tasarıma göndermede bulunur. Bu adımda hazzın belirleyici zemini objenin formu olarak belirlenir. Öznenin estetik obje karşısındaki ilgisi sadece onu seyretmektir. Özne, örneğin bir sanat eserine, ondaki amacı düşünmeden yönelir ve ondan sadece haz alamaya çalışır. Önemli olan bir nesnenin ya da bir sanat eserinin onda bir haz yaratıp yaratmadığıdır. Burada hem özne hem de sanat eseri amaçlılık kavramından yoksun olandır. Ancak öznenin haz almak için yönelimi amaçsız bir amaç olarak yorumlanır. İşte Kant’ın amaçsız amaçlılık dediği şey estetik objede olan değil, o objeyi haz almak için seyretmek için seyredendedir. Çünkü estetik, bir obje olarak sanat eseri de bir amaçlılık taşımaz. Güzellik o halde ereklilikten uzak, ondan bağımsız ve özgürdür. Estetik hazzı uyandıran şey ise nesnenin konusu, maddesi değil yalnızca biçimidir (Bozkurt, 1995: 130). Bu kategorik adımın açımladığı güzellik: Belirli bir amaç olmadan, bir şeydeki amaçlılığın (erekliliğin) ve uyumun yalnız biçimini algılamaktır.

Dördüncü Kategorik Adım: Objedeki Hazzın Modalitesi Bakımından Beğeni Yargısı

Bu son adımda objeden duyulan haz bir zorunluluk olarak ele alınır.

Güzel yargısını verebilmenin koşulu öznenin sahip olduğu zorunlu haz duygusudur. Ancak Kant bu zorunluluğun hem teorik­objektif hem de pratik bir zorunluluk olmadığını, özel bir tür zorunluluk olduğunu vurgular. Yani evrensel olan öznenin bir şeye güzeldir yargısını yükleyebilme olanağıdır. Şimdi bu zorunlu haz ancak herkes tarafından hissedilirse bir şey güzel olarak adlandırılabilir. Bu adlandırma da a priori kavrayış sayesinde gerçekleşir. Bir zorunluluk olarak hazzın kendisi kesin belirli bir kavramdan sağlanmaz. O bir deneyimin evrenselliğinden gelir. Ancak hazza evrenselliğini veren, saf rasyonalitenin kavramlarıdır. Yani haz, aklın genel yasalarının bir sonucu olarak oluşandır. Haz güzelin onaylanmasıdır (Kant, 2001: 20­21).

“Herhangi bir şeyi güzel olarak tanımladığımız bütün yargılarda biz başka farklı kanıların varlığını tolere edemeyiz ve yargılarımız kavramlar üzerine değil duygular üzerine dayanır” (Kant, 2001: 22). Bu nedenle verilen bu türden bütün yargılar herkesin üzerinde birleştiği, uzlaştığı yargılardır. Çünkü beğeni yargısı bunu talep eder ve estetik obje kendini duygu aracılığıyla dayatarak hoşlanma ve hoşlanmamanın belirleyicisi olur. Böylelikle güzel yargısı aklın a priori kavramlarında olmayan, ancak kendini bu kavramlar aracılığıyla verendir. Bu nedenledir ki evrensel genel­geçerdir. Üstelik o duyularımdan farklı olarak bendeki başka bir yetiye yani duygu yetisine dayanandır. Şimdi burada beğeni yargısının belli bir ilkeye dayandığı sonucuna ulaşmış oluyoruz. Bu ilke aslında temelde öznel olmasına karşın zorunluluğun taşıyıcısıdır ve ortak anlamadan farklı olarak adlandırılan “ortak duyu” dur. İşte beğeni yargısı da varsaydığımız bu ortak duyunun varlığına bağlıdır (Kant, 2001: 21).

Ortak estetik duyu” bireyüstü bir ilke, ideal bir norm, tümel bir beğenidir. Benim estetik bir yargım bu ortak duyu için bir örnek oluşturur. Bir ortak duyunun bu sınırsız örneği aslında bizim tarafımızdan varsayılmıştır. Fakat deneyiminin olanağının esas ilkeleri olarak aslında var olmak bir ortak duyuyu gerçekleştirir ya da aklın daha yüksek bir ilkesi tarafından bir düzenleyici ilke olarak bizim için formüle edilmiştir. Beğeni diğer taraftan doğal ve orijinal bir yetidir ya da birinin yapay fikridir ve bizim tarafımızdan evrensel bir onayın talebi ile kazanılır. (Kant, 2001: 22)

Bu ortak estetik duyu tek tek beğeni yargıları için tümel bir ölçüttür. Estetik yargıların öznel bir zorunluluk olması işte bu tek tek estetik yargıların bu tümel ilkeye dayanmasındandır. Böylelikle güzel zorunlu hazzın nesnesi olarak aklın a priori kavramlarına değil, bu ortak duyuya dayanarak evrenselliğini kazanır. Bu ortak duyu sayesinde başta kendini öznel olarak dayatan beğeni yargısı nesnel bir gerekliliğe dönüşür (Bozkurt, 1995: 133).

Nasıl ki evrenselliğin ve iletilebilirliğin temel koşulu aklın a priori kavramlarıdır ve nasıl ki yine bu kavramlar sayesindedir ki doğa ile bir örtüşme sağlanır, duyguların da evrenselliği ve iletilebilirliği bu ortak duyu aracılığıyla gerçekleşir (Kant, 2001: 21). Yine objedeki haz bir varsayım olan bu ortak duyu aracılığıyla, objeye uygun bir yargı olarak, herkes için geçerli bir yargıya dönüştürülür. Ortak duyu, Kant için, herkesin onunla zorunluluk olarak anlaştığı, mutabık olduğu aklın talebi, ihtiyacı olarak bir uzlaşmadır (Kant, 2001: 22).

Dördüncü adımdan elde edilen sonuç şudur: Estetik yargılar kavramsız olduğundan teorik ve pratik bir zorunluluk değil, subjektif bir temele dayanan örnek bir zorunluluktur. Estetik yargılar bu özelliği ile duyulur hoşlanmaya dayanan yargılardan ayrılırlar. Estetik yargılar kendini evrensel kılan bir ilkeye sahiptir. Bu ilke ortak estetik duyu’dur. Ortak duyu estetik yargıların everenselliğini ve zorunluluğunu sağlayan aklın a priori ilkesidir. O halde sonuç olarak, “kavramdan ayrı bir güzel zorunlu hazzın bir objesi olarak kavranır” (Kant, 2001: 22).

Sonuç

Güzele dair bir çözümleme aslında estetik bir dünya tasarımını ele vermektedir. Sanatın temel özüne ulaşmak için bu temel kavramın belirlenmesi gerekmektedir. Bu bağlamda Kant’ın düşünceleri, onun felsefi bakışı modern dönem estetiğin belirleyicisi olmuştur. Bu nedenle modern dönemde estetik hakkında tarihsel bir analiz yapıldığında, çözümlemeyi Kant ile başlatmak kaçınılmaz olmaktadır. O, güzel kavramını bir bilinç tasarımı olarak öne çıkarır, aynı zamanda bilincin nesne ile girdiği ilişkiye psikolojik etkileri de ekleyerek ve böylece estetiğin bir bilinç kavramı kadar subjektif bir sonuç olarak da ortaya çıkmasını sağlayarak kavramı sanatın özüne yerleştirir.

Kant’ın çözümlemesine göre, bir şey için güzel yargısı öznenin bir yüklemesi anlamına gelmektedir. ‘Güzel’ yargısını vermenin olanağı nedir? Bu sorunun yanıtını Kant, “Güzelin Analizi”nde vermeye çalışır. Güzel yargısının olanağının araştırılması aynı zamanda onun akılsal niteliğinin analizidir. Bu nedenle yorumcular, Kant’ın güzel hakkındaki analizini, aynı zamanda, güzelin mantıksal açıdan ele alınması olarak değerlendirmişlerdir.

Kant güzeli, nesnenin bir niteliği olarak değil, aklın özel kavramı olarak çözümler. Güzelin akıl kavramı olarak analizi onun mantıksallığının kuruluşudur. Yani güzel yargısı bu yönüyle öncelikle mantıksal bir yargı olmaktadır. Bu noktada Kant için önemli olan bu mantıksal yargının nasıl oluştuğuydu. Bu nedenle güzelin oluşum sürecinin analizi onun bilgisini verecekti. Peki güzel salt epistemolojik bir süreç olarak algılanabilir miydi? Yoksa o sadece bir tür duygulanım olarak mı görülmeliydi?

Kant hiç şüphesiz ki doğa ve ahlak alanında olduğu gibi estetik alanda da a priori olana ulaşmanın peşindeydi. Güzelin bilgisi “Saf Aklın Kritiği”nde olduğu gibi kesin bilgiyi sağlayan epistemolojik ölçütlerle elde edilebilir miydi? Kant için bu olanaklıydı. Sorun duyguların bu epistemolojik çözümleme içine nasıl alınacağı, mantıksal olarak nasıl temellendirilebileceğiydi. Çünkü Kant güzelin sadece epistemolojik bir süreç olarak algılanamayacağının farkındaydı. Her şeyden önce o, güzeli kategoriler listesine yerleştirmemişti. Yani güzel, aklın a priori kavramı değildi. Böylelikle güzel, kendini, kişisel duygularda temellendiren, ancak duyguları da aşarak, akıl tarafından verilen bir yargı olarak belirmekteydi. Şimdi a priori olmadığı halde aklın mantıksal bir yargısı olarak kabul edilen, aynı zamanda da öznel bir nitelik kazanan güzel acaba bir çelişki oluşturmamış mıydı?

Kant’ın a priori bir kavram olarak belirlemediği güzel, ona göre, aklın a priori kavramları (yani herkeste varolan ve aynı şekilde işleyen) aracılığıyla, yani nitelik, nicelik, bağıntı ve modalite olarak sıraladığı dört temel kategori aracılığıyla bilgisi elde edilendir. Yani bize, bir şeye güzel demenin olanağını veren bu dört kategori olmaktadır. Güzelin kategorilerle ilişkilendirilmesi onun evrenselliğinin kurulması yolunda yeterli bir adım değildir. Çünkü ben a priori olarak güzel kavramının kendisine değil, bir şeye güzel deme olanağına sahibim ve bu olanağım da kendini ancak bir nesne ile karşılaştığımda gerçekleştirebilendir. Nesnenin varlığı nasıl ki kesin bilginin koşulu ise güzel yargısının da koşuludur. Çünkü bu güzeldir yargısı, benim karşımda, bu yargımdan bağımsız olarak duran nesne için, benim tarafımdan verilmiş bir yargı, ona yüklenilmiş bir niteliktir. Bu bağlamda estetik yargı estetik nesneden ayrı saf aklın yargısı olarak düşünülemez. Çünkü güzelin dayanağı olan duygular nesne tarafından açığa çıkarılandır. Estetik nesne Kant için hoşlanma ve hoşlanmama duygularının belirleyicisidir. O halde güzel, hoş gibi kendini öncelikle duyulara verse de, onun kendini asıl dayattığı alan duygu alanıdır. Bu belirleme ile Kant, duyuların bir sonucu olarak gördüğü hoş’u, duygulanımların sonucu olan güzelden ayırmakta ve güzeli ikinci olarak nesne ile ilişkilendirerek duygular bağlamında temellendirmektedir. Kişisel duygular, Kant’a kategorilerin (a priori ilkelerin) sağlayamadığı evrenselliği verir. Çünkü herkes birbirlerinden farklı da olsa genel olarak kendini hoşlanma ve hoşlanmama olarak gösteren amaçsız bir beğeni duygusuna sahiptir. Yani estetik nesneye olan yönelim, belli bir amacı olmayan ve her tür çıkardan arınmış, sadece kişisel haz amacına dayalı bir yönelimdir. Böylelikle Kant, güzel yargısı için evrensellik yolunu açan haz duygusuna ulaşır. Evrensel olan hazdır, haz duygusudur. İşte Kant için güzelin, bir şeye güzeldir demenin olanağı bu duyguda yatar. Çünkü güzel bu evrensel hazzın nesnesidir. Kant’a bu evrensellik kabulünü veren nedir? Aklın başka bir önsel ilkesi mi?

Kant’ın felsefi sistemi ve temel amacı düşünüldüğünde kesin bilginin olanağı ancak aklın sahip olduğu bu önsel (a priori) ilkelerdir. O halde güzelin kesin bilgisi de ancak böyle bir önsel ilkeyle kurulabilirdi. Ancak güzel kendini aklın anlama ve bilme yetilerine veren ve o yetiler aracılığıyla yeterince çözümlemesi yapılabilecek bir şey değildi. Güzel her ne kadar kendini bu önsel ilkeler aracılığıyla açsa da onun sadece duyular ve akıl ile değil duygulanımlarla olan bağı nedeniyle de kendini başka bir önsel ilkeye dayandırmalıydı. Çünkü o, bu bağlamda, bir akıl kavramı olmasına rağmen ne sadece anlama ve bilme yetisinin, kavrayışın, ne de duyularla ve nesne ile olan bağından dolayı sadece hayal gücünün bir sonucuydu. Güzel bu iki yetinin, yani anlama ve hayal gücünün, özgür oyununun sonucunda yargı yetisinin “ortak duyu” önsel ilkesine dayanarak verdiği bir yargıdır. Ortak duyu Kant’ın a priori olarak herkeste varolduğunu kabul ettiği şeydir. Böylelikle güzel aklın bu ilkesi sayesinde a priori olarak verilen bir yargıya dönüşür.

O halde estetik bir yargı olarak verilen güzel yargısı, nitelik bakımından hiçbir çıkar gözetmeden hissedilen, nicelik olarak evrensel bir hazzın nesnesi olarak herkesin hoşuna giden, bağıntı bakımından amaçsız bir amaçlılık taşıyan ve modalite olarak da kavrama dayanmayan bir zorunluluktur.

Kaynakça

Arat, Necla (1996), Etik ve Estetik Değerler, İstanbul: Telos Yayıncılık. Bozkurt, Nejat (1995), Sanat ve Estetik Kuramları, İstanbul: Sarmal Yayınevi. Doğan, H. Mehmet (1998). Estetik, İzmir: Dokuz Eylül Yayınları. Geiger, Moritz (1985), Estetik Anlayış, çev. T. Mengüşoğlu, İstanbul: Remzi Kitabevi. Hegel,G. W. F (1994), Estetik Cilt 1, çev. T. Altuğ, Hakkı Hünler, İstanbul: Payel Yayınevi. Heimsoeth, Heinz (1986), Immanuel Kant’ın Felsefesi, çev. T. Mengüşoğlu. İstanbul:

Remzi Kitabevi. Kant, I. (2001) The Critique of Judgement, Contınental Aesthetıcs içinde, editör Richard

Kearney, David Rasmussen, Oxford: Blackwell. Lenoır, Beatrice (2003), Sanat Yapıtı, çev. A. Derman, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. Schaper, Eva (2005), Beğeni, Yücelik ve Deha: Doğa ve Sanat Estetiği, Cogito, sayı 41­42. Timuçin, Afşar (2000). Estetik, İstanbul: Bulut Yayınları.

Tunalı, İsmail (1984), Estetik, İstanbul: Cem Yayınevi.

Townsend, Dabney (2002). Estetiğe Giriş, çev. S. Büyükdüvenci, Ankara: İmge Kitabevi. Yetişken, Hülya (1998), Estetiğin Abc’si, İstanbul: Kabalcı Yayınevi.

Yorum bırakın